Günümüzde yaşanan din olgusuna baktığımızda, adet ve geleneklerle çevrili, bidat ve hurafelerle dolu bir yaşantı görüyoruz. Bu olguyu Kur’an ve Sünnet ile karşılaştırdığımızda, İslam'ın anlaşılmasının önünde engeller olarak karşımıza çıkmaktadır.
Onlar, 'çirkin bir hayasızlık' işlediklerinde: "biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayasızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz? (Araf Suresi, 2)
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Kur’an’ın gözardı edildiği bir ortamda, gerçek anlamda bir dinin yaşandığını düşünmek imkansızdır. Bu noktada, Kuran'daki din ile halk arasındaki dinin farkını iyi belirlemek gereklidir. Şuna çok dikkat etmek gerekir. Eğer din, Kuran'ın uygulanması değil de, atalardan kalma geleneklerin devam ettirilmesi olarak anlaşılırsa, o din artık İslam olamaz.
Bugün halk arasında dindar olarak bilinen pek çok insanın Kuran'dan habersiz olması, durumun önemini ortaya koymaktadır. Din, adeta atalardan kalan bir miras olarak devam etmektedir ki bunun, Allah katında herhangi bir değeri olmasını beklemek yanlış olur.
Budistlerden Yahudilere, totemlere tapan Afrika kabilelerine kadar pek çok toplum, dinlerini atadan kalma miras olarak uygulamaktadır ve bunların hiçbiri hak din değildir. Çünkü bu dinlerde amaç, hak dinde olduğu gibi Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak değil, geleneği devam ettirmenin getirdiği nostaljik zevki yaşamak, kimi zaman da bazı çıkarlar elde etmektir.
İnsanlar büyük ölçüde yaşadıkları kültürü evvelki nesillerden devralır. Doğru ya da yanlış devralınan hayat tarzını çoğu zaman insanlar tartışmasız kabul ederler. Bu geleneği sürdürerek sonraki nesillere devrederler. İrdelemeden düşünmeden yaşanan bu hayatı Kur'an, atalar dini olarak telaffuz eder.
Yine bugün Kur'ani doğrular karşısında öne sürülen mazeretlerin neredeyse aynı olduğu görülür. Bu anlayış ya mezhep taassubu, ya geçmiş ulemanın dokunulmazlığı, ya da yaşayan her geleneğin doğruluğunu kabul etmek gibi ön kabullerle kendini göstermektedir. 14 asırlık bir süreç geçiren İslam kültürü bu zaman zarfında düşünce ve yaşantı itibari ile birçok eksiltme, arttırma, bidat ve hurafelere maruz kalmıştır. Geleneksel din anlayışı tarihin taşıdığı yanlış anlayışları da dinin aslından saymış ve tarihin, geleneğin baskısı onların doğruluğuna hükmederek yaşatmaya çalışmıştır.
Yaşadığımız toplumda hakim olan geleneksel dinin, bize dayattığı anlayışlara bakacak olursak şunları görmemiz mümkündür. Standartlaştırılmış ibadet algısı, İslam’ın maddeler halinde sıralanmış şartlara hapsedilmiş olması, Gül Muhammed, Nur Muhammed gibi özünden saptırılmış bir peygamber algısı, kandiller, kutlu geceler vs. daha da çoğaltmak mümkündür.
Son söz olarak; biz de Müslüman olduğumuzu söyleyip, yerimizde sayarsak farkında olmadan İslam’dan uzaklaşabiliriz. Kitaba dönmezsek, vahiy ile kuşanmazsak dini Allah’a has kılarak bilgi kaynaklarımızı gözden geçirmezsek, sonraki nesillere ileteceğimiz din olgusu, bize iletilenden farklı olmayacaktır. Hepimizin üzerinde Allah’ın dinini, Allah’ın kitabından öğrenmek, resullerin sünnetini yaşama gayreti içerisinde olma sorumluluğumuz vardır.
Rabbim bizleri Kur’an-ı Kerim ve Sünnete uygun, Müslümanlardan eylesin.
 
[email protected]