Sen De Mus'ab Olsana
Mekke gecesinde ay yavaş yavaş ilerlerken, Mus'abın içinde doğan ay, yaşanılan cahiliye ile kararan ruhunun gökyüzünde, onu, beyaz ve altın günlere hazırlıyordu. Bir muştu, bir diriliş gibi Mus'abın gönlünde beliren bu ay onu Mekke sokaklarında, fısıltılarla dedikodusu yapılan Nebiler Nebisi Hz.Muhammed’e götürüyordu.
Mus'ab, tarihi sürecin bu siyah kesitinde, ışığı özleyen aydınlığa ve beyaza susayan, fıtratlarındaki temizliğin bütünüyle lekelenmediği ve etraftaki anlamsızlıkların, saçmalıkların, pisliklerin farkına varan ender insanlardan birisi ve içinde olduğu konumdan, durumdan ruhu sıkılan genç bir yiğit.
0, Mekke’nin en yakışıklısıydı, en ilerilerindendi. Ailesi çok zengindi, lüks içinde yaşıyor, her istediğini rahatlıkla elde ediyordu. İpek gömlekler, güzel kokular içerisindeki bu gencin maddi ve sosyal mutluluğu, bu çağın en kapital sahibi insanlarının, bir isteği hemen yerine getirilen, lüks arabalar içinde zevkü sefa süren hoppa çocuklarından çok çok farklıydı. Mus'ab parmakla gösterilirdi. Mekke’deki her genç onun yerinde olabilmek için neler vermezdi.
Ama Mus'ab mutsuzdu, huzursuzdu, sancılıydı. En mutlu olduğu anlarda bile, içinde bir boşluk oluşuverirdi. Zevkin ve sefanın içinde iken bazen dalardı, bir hüzün kaplardı içini, düşünürdü. Fakat kopamazdı içinde olduğu halden. Ruhuna bir ağırlık, bir sıkıntı çöker, sarsardı iç dünyasını ve kurtulamazdı ruhunun depreminden. Kaç günler geçirmişti böylece. Ne zenginliği, ne yakışıklılığı, ne şanı şöhreti, ne annesinin tüm arzularını yerine getirişi içindeki bu sancıyı, ruhunda beliren bu ateşi söndürmeye yetmiyordu.
Hz.Muhammed (s.a.v), Allah'tan emirler alıyordu. Ve bu emirleri aktarıyor, anlatıyor, izah ediyor, halkayı dalgalar halinde genişletiyordu.
"Ey Kureyş topluluğu, beni dinleyiniz. Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, hepiniz için olduğunu bildiğim ölüm ve sonrası vardır. Bana bunları söyleyen Rabbim, sizin ve tüm insanların doğruyu yanlıştan ayırmanız için beni elçi kıldı. "Allah birdir, O'ndan başka ilah yoktur. Ve yine tanıklık ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür." Kureyş’te yayılan bu haber, onların ileri gelenlerini çılgına çevirdi.
Allah'tan haber geliyordu. Hem de kime? Haşim oğullarından Abdullah’ın yetimi Muhammed’e. Bu nasıl olurdu? Böyle bir haber gerçekse, Kureyş yöneticilerine gelmeliydi!..
Tevhid, ilah, vahiy, melek, ahiret, ölüm, hesap gibi sözler, Mus'abın zihninde sorular, cevaplar, yorumlar, düşünceler arasında dolaşıyor, tüm hücrelerine dağılıyor, yeni yeni kavramlar onun ruhunun güzel köşesinde doğan ayı büyütüyor ve geliştiriyordu. Kimdi bu kainatın sahibi? Ayı, yıldızları, güneşi, eşyayı var eden kimdi?
Yegane yaratıcı Allah değil miydi? 0 halde bu putlaştırılan ilahlar, bu insanları Allah'a yaklaştırabilir miydi? Allah'a yaklaşmak için aracılara kulluk edilir miydi? Bize her türlü adiliği, çirkinliği güzel gösteren bu put adına yönetenler, bu insanları kurtarabilir mi? Bunlar gerçekten ilahi bir güce sahip değilken bu insanların hayatını nasıl düzenleyip yön verebilirlerdi?
Bu düşünceler ile Mus’ab kararını verdi. Müslüman olmalıydı. Batıldan uzaklaşıp, hak olan İslam’a dönmeliydi. Ve… La ilahe diyerek bütün İslam dışı düşüncelerden ve uygulamalardan uzaklaştı. İlla Allah diyerek; Allah’ın dinine, İslam’a teslim oldu.