Tiremizin asri bir mezarlığı var. Ne zaman oraya gitsem hep ölümü hatırlarım. Mezarlar arasında dolaşır, yakınlarımın yattığı yerlere bakarım. Cansız da olsa, anlamlı yerlerdir mezarlıklar. Hele siz oradakileri tanıyorsanız, yaşarken ne yaptıklarını hatırlıyorsanız, ibret alırsınız. Genciyle, yaşlısıyla, zengini ve fakiriyle vefat edenlerin hayat hikayelerini biliyorsanız. Bu yüzden ders çıkarırsınız kendi payınıza. Hayatınızın muhasebesini yaparsınız, gönlünüzün gözüyle bakabiliyorsanız. İşte bundan dolayı; mezarlar diridir. Orada yatanların özgeçmişlerini biliyorsanız, kalbinizin gözüyle neler görmezsiniz ki orada.
Geçenlerde bir yakınım vefat etti. Bu vesileyle ben de mezarlıkta idim. Kefeniyle kabre konuldu ve üzeri önce tahtalarla kapatıldı ve toprakla örtüldü. Dua ile vazifeleri tamamlandı. Kendisini tanıyordum. Tire’de bizim mahalleden komşumuzdu. Bir yolsuzluk iddiasıyla bankadan atılmıştı. Bulunduğu mahallede bir kahvehane açarak, yaşamını sürdürmüştü. Değişik kesimlerden insanlarla karşılaşıp, onlarla çeşitli mevzularda konuşan tanıdığım, çenesi laf eden, bulunduğu konumda kendisini haklı görüp, haklı çıkaran bir mizaca sahip idi.
Kahvehanede kumar oynatıp, içki içirmesine rağmen, Müslümanlığına toz kondurmaz ve kalbinin temizliğini her fırsatta dile getirirdi. Bağ-Kur emekliliğine dört yıl kala, karşılaştığı Müslüman tipli insanlara, "Emekli olduğumda bu işlere tövbe edip, namaza başlayacağım" derdi. Ancak ne olduysa, 2010'un Eylül ayının ilk haftasının cumartesi akşamı oldu.
Eski bir dostuyla, kahvede masanın kenarında içki içmekteyken, hesap yüzünden çıkan bir tartışmada, dört yerinden bıçaklanmış ve hastaneye götürülürken yolda ölmüş idi. Hastaneye kanlar içinde götürülürken kendi durumunu ve muhasebesini yapıyor, haklı bir telaşa kapılıyordu. Şimdi ölmenin sırası mıydı? Daha tövbe edecek, içkiyi ve kumarı bırakacaktı. Bu halde, üstelik içkiliyken Allah'ın huzuruna nasıl çıkacaktı?
Kızı bir süre önce evden ayrılıp, manken olmak istemişti. Oğlu da birahane çalıştırıyordu. Son zamanlarda namaza başlamak istiyordu. Namaza başlamak için emekli olmayı bekliyordu. Daha dört senesi vardı emekliliğe.
Tövbe edeceğini, namaz kılacağını söylüyordu. Fakat emekli olamadan, tövbe edemeden vefat etti. Bu dünyası bitti.
Her nefis, her canlı bir gün ölecektir. Biz de zaten bu dünyada misafir gibi yaşıyoruz. Öleceğimizi Allah’a hesap vereceğimizi bildiğimiz halde, dünyalık işlere bazen öyle dalıyoruz ki, sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi dünya için çalışıyoruz. Şeytan bu dünya hayatını bize güzel ve uzun gösteriyor. Dalıp gidiyoruz işte. Bir Mü’min ve Müslüman olarak iyiliği tavsiye edip, kötülüklerden sakındırmamız gerekiyor. Ama şeytani vesveselerle kimseye bir şey söyleyemiyoruz. Etrafımızda namazsız, abdestsiz insanlar çoğalıyor. Kardeşim; bak her gün Asri Mezarlığa gidenler oluyor hazır mısın? Diyemiyoruz…
Bir Mü’min kendisi için istediğini diğer kardeşi için de istemedikçe, gerçekten iman etmiş olmuyor. Bir kötülük gördüğümüzde elimizle veya dilimizle düzeltelim. Kalbimizle kızmak imanın en zayıf derecesi oluyor. Acizane, birazcık imanımız varsa, yakınlarımızı yaptıkları günahlardan dolayı uyaralım. Allah’a kulluğa davet edelim. Günahlarımızdan tövbe edelim. Birbirimizi sabırla, hakka davet edelim.
“Keşke” demeden önce,
“Bir daha dünyaya dönsek de, iyi bir Müslüman olalım” demeden önce,
Emeklilik gelmeden, tövbe edip, namaza başlayalım.