Ayla yıkanmış sokaklar…
Gecenin sessizliğinde bir hüznün nağmelerini yolluyor yüreğimin derinliğine…
Okuduğum kitaptan kaldırıyorum başımı mavi bir kelebek bakıyor bana…
Gel diyor, gel…
Hüznün kol gezdiği sokaklarda uçalım seninle, barışı sevdayı dağıtalım evlerin üstüne…
Bak sana gelmiş barışın gelincikleri…
Onlardan verelim barışı bilmeyenlere…
Bilip de görmeyenlere, görüp de bana ne diyenlere, deyip de sıvışıp gidenlere…
Kendi sesinden korkan birey, nice acıları, hüzünleri anlatabilir mi tek başına?
Dik duruş sergileyebilir mi?
Geleceği belirsiz çocukların gözlerindeki umut ve neşe ışıkları, mavi gökyüzüne dağılabilir mi?
Sonbaharın ilk meltemleri saçları dağıtıp, teni okşarken…  menekşelerin moru güllerin beyazı ile el ele düş kurup lilalar da  buluşurken
Gülmeyi ve düş kurmayı öğretse birileri çocuklara…
Umudu, aşkı, sevgiyi, barışı dillendirse birileri bize…
Ama bir gün mutlaka…
Nefretin esintisiyle gelen  yağmurları dağıtacak mavi bulutlar güzelliğiyle saracak dört bir yanımızı!
Yüreklendirsin   mavinin elleri yaşamımızı… Kul değil birey olmanın mutluluğunu…
Sevelim sevilelim mavi bir bulut olalım gökyüzünde.
Hayatın acı tarihini, zulmü, işkenceyi, yaşanmamışlıkları  unutalım…
Ve o gün bu gün olsun…Demokrasiyi, özgürlükleri, yargıyı bir kenara atalım…
Düş Kuralım… diyorum
geçen 1 Eylül Barış gününün arkasından
Eveeet geçen 30 Ağustos Zafer bayramından sonra, geldik bölgemizdeki ilçelerimizin kurtuluş günlerine…..
Bununla gurur duymalıyız, iktidarın bu kadar baskısın da, dini bayramlarımız dışındaki  tüm kahramanlık bayramlarımızı kaldırmak için bu kadar güç sarf ettiği ve de kısmen başarılı olduğu şu dönemde biz bölge olarak her gün bir kurtuluş günümüzü heyecanla coşkuyla hala kutlayabiliyorsak ne mutlu bize….
Hala!!!!!! diyorum  çünkü gerçekten bir müddet sonra bu gidişle kutlayamayacak hale geleceğiz baskılarla korkarım….
Kendi kendime mırıldanıyorum…
“Biz kaybettik” diye…
Ah bu gazetelerin köşe yazarları ah.!
Demokrasinin ve özgürlüklerin simgesi iktidar tüm gazetelere “Kovun o yazarları” diye bağırıyor…
Bütün her şeyi köşe yazarları yapıyor. Halkı gerilimden gerilime  onlar sürüklüyor, bu kadar işsizliği onlar körüklüyor, ekonomiyi bu hale onlar getiriyor, her ölen yiğidimizi onlar öldürüyor, kurşunla değil kalemle, memleketin yer altı zenginliklerini yabancılara onlar veriyor…
Hep onlar suçlu! Zaten…
O yüzden  “…Bunları yazan gazetecilerin patronlarına sesleniyorum. Ne yapayım, köşe yazarı, hakim olamıyorum diyemezsin, sorumlusu sensin…” diyorlar
Bu sözler beni korkutuyor ya sizleri?
Halbuki medyanın yarısından çoğu ya doğrudan ya dolaylı olarak kendilerinin…
Geri kalanı da korkmuş pusmuş yada uzlaşmış durumda…
Türkiye’nin aydınları, profesörler, rektörler, gazeteciler, yazarlar, generaller, politikacılar habiste.
O halde memnun değiller…
Birkaç cılız sese, bayramlarımıza, kurtuluş günlerimize, bile tahammülleri yok.
Iraklı şair Abdülvahap el Beyati’nin “Fırtına”sını anımsamaya çalışıyorum zor olsa da:
“Öldüremeyeceksiniz beni
Kaçıramayacaksınız/Işığından güneşin
Ne de şiir söyleme sevincinden
Kuramayacaksınız darağacını
Aşka şaire güle karşı”
 Kentimizin kurtuluşunun 90. yılı hepinize tüm Ödemişlilere kutlu ve mutlu olsun.
 Yalnız unutmayalım;  Bir kente, bir yöreye duyulan sevgi, hayranlık ve bağlılık, ne yalnızca uğrunda dökülen kanlar, yiğitlik-cengaverlik çığlıkları; ne  de batan güneşle, doğan mehtabın suya vuran aksi , han, hamam, kale, cami siluetleri gibi fiziksel, biçimsel güzellik tanımlamalarıyla ölçülebilir.
Saydıklarımız yerine göre olumlu veya olumsuz birer etken olarak göz önüne alınabilir.
Bir kentin işgalinden kurtuluşunu  kutluyorsa ;  yalnızca şarkı türkülerden öteye anlatılacak tarihi  hikayen aynı zamanda adına kurduğun sanal müzelerde kahramanlık güzellemeleri, dünya bilim ve sanatına katacağın evrensel ürünlerin, tarih denen sürecin ilksel aşamalarında dan bu yana göstereceğin pek çok birikimlerin, sergilerin, gerçek sanatçıların olmalı…….
 Bir kenti gerçekten imrenilir, cazip efsanevi, diğerlerinden farklı kılan, belki de üstün kılan hakkında yazılan çizilen, çekilen, bestelenen eserleri ve sanatçılarıdır.
Yoksa sanatı, sanatçıyı, gerçek sanat yapılan müzikleri hor görüp “bunları kim dinleyecek sen bize bunları dinletme getir bir dansöz bir çengi oynat,  bak nasıl dolar bu mekanlar” görüşünün hakim olduğu bir  zihinsel gelişim değildir.
Evet dostlar!!!!! yaşanılası kentleri biz kendimiz yaratacağız…
Bu yaratımda cesaret ise umutsuzluğun; düşler ise olumsuzluğun karşıtı olacaktır her zaman…
Hepimize onurlu bir yaşam öyküsü.
Umutla umutsuzluk…
Yaşamla hüzün…
Akan bir ırmak gibi…
Ve bir de kendimizden!
“Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana...
“Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...”
Aradığımız hep güzellikler olsun, doğruluk ve dürüstlükle birlikte... düşc