“Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa,
O yerde güneş batıyor demektir.”
Diyor Konfiçyus
 
        Tüm olup bitenlerin içimde yarattığı ürpertiyle,  güneşteki tatlı sarının bu mevsimde diri kalmayı becerebilmiş yeşil yaprakların üzerinde oynaşma hevesini izlerken iyimser olmaya çalışıyorum,
Olamıyorum…
Antik bir kentin kapısına dikilmiş bir heykel gibiyim; yarın ne olacağını bilmediğim bir zamanda bekler gibi…
Gözlerim, mevsimin, zamanı gereği yaşattığı renklerin en güzel tonlarını görse de; içim o tonlarda ki yumuşaklığı hissetmiyor…
Konuşmak mı gerek bu demde?
Özdemir İnce’nin mısraları geliyor aklıma; ağaçların yaprakları gibi uçucu, sarı…
“…
 Gümüştür sözü ozanın, susması altın değildir,
karşı yasadır sözü, değiştirilecek yoktur,
ve dirhemle tartılmaz sarraflar çarşısında.”
 
Ne dersiniz susmak mı gerek; Tüm olup bitenleri bir kan topağı yapıp yutmak mı?
Düşüncenin söze dönüştüğü noktada, tam ikisininbir birine dönüştüğü yerde beklemedeyim…
Dün neydi,
Daha dün? Biz halk değil, ,
Daha ümmet iken..
Ki bu halk yedi bölgede niçin savaştı, niçin Anadolu koydu bu kutsal coğrafyanın adını?
Her bir milimetrekaresini niçin kanla suladı?
Sadece Yunan, İngiliz,Fransız ülkeyi terk etsin için mi atıldı ilk kurşun?
İlk kurşun tepesinde efe tetiğe niçin bastı?
Sahi ilk hangi hedefi vurdu ilk kurşun?
Sarayı, saltanatı, reayasını kaderi ile baş başa bırakan umursamaz lale devri  saltanatını vurmadı mı,
Saray soytarılarını vurmadı mı ilk önce?
Düşman oydu…
Yunan çok kolaydı asıl yenilmesi gereken sistemdi...
İlk kurşun yeni, pırıl pırıl bir CUMHURİYET ateşinin çakmak taşı değimliydi?
Şimdi değişen ne?
Düşünsenize bir, bir kesim lale devrini yaşıyor,
Saraylar, saltanatlar, uluslar arası düğünler, moda ikonu olma peşindeki lider eşleri ve geriye doğru işliyor tüm saatler, yelkovan o kadar hızlı ve aceleci ki!
Zembereği tersine kurulmuş bir saatin zamanını yaşıyoruz!
Hani biz ilk kurşunun, 30 AĞUSTOSLARIN peşinden gidecektik?
Farkında mısınız bilmem ama bunu bilin ki o ilk kurşun sekip geri döndü; Efemin kalbine saplanmak üzere bir rota çizmiş birileri…
Ve biz susuyoruz!
 
 
“Günümüzde devletin mimarisi Pizza kulesi görünümü veriyorsa bunun temelinde Atatürk’ün miracısı olduğunu söyleyen sahtekârlar bulunmaktadır” der Sunay Akın Ayçöreği ve Denizyıldızı kitabında.
Atatürk’ün miras olarak ne bıraktığını biliyor muyuz? işte yanıt;
“Ben manevi miras olarak, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım ilim ve akıldır…”
Demokrasiye karşı yapılan darbeleri yapanların Mustafa Kemal adına oluşturdukları “dogma”, “donmuş” ve ”kalıplaşmış” kurallar sisteminin bırakılan manevi miras olmadığı yukarıdaki sözlerde açıkça görülmekte.
Böylesi mirastan hiçbir devrimcinin rahatsız olmayacağı gibi, dine dayalı bir düzen kurmak isteyenlerin ve kalıplaşmanın çirkinliğinde olanların saklandıkları Atatürkçülük paravanının arkasında duramamaları gerekir…
İnsanları kaybedenlerin yüzleri istenilen aydınlık ile ortaya çıkacaktır…
 Şu anki Karanlıkta “Devrimlerin bekçisiyiz” sözünün de payı vardır…
Unutmayın, devrim bekçilik yerine “süreklilik” bekler devrimcilerden!...
 
 
 
 
 
Genç nüfusu ile öğünen bir ülkeyiz. Türkiye nüfusumuzun neredeyse yarısı gençler ve çocuklar oluşturuyor.
Ancak ne yazık ki Türkiye’nin genç nüfusu bu gün hala “TEHDİT OLMA İLE FIRSAT OLMA” arasındaki ince çizgide…
Bir halkın insanlık ailesi içindeki yeri belirlenirken dili, yaşadığı coğrafya, tarih bilinci, aidiyet bilinci esas alınır ve halk olmanın esasları olarak ortaya konur.
 
Kendi tarihini bilme ve yeniyi inşa ederken temelsiz bir yapılanmadan ziyade, tarihindeki değerlerin üzerine binayı kurma doğru olanıdır.
Ki bu gün artık bayramlarımızı dahi kutlayamaz hale geldik benim ülkemde….
Yaşamımız korkunç, yaşamımız gülünç, yaşamımız muhteşem…”
Yaşamımız korkunç çünkü bu zamanda tüketim toplumunun tutsaklarıyız.
Artık kim olduğumuz, ne olduğumuz, ne yaptığımız önemli değil. Yalnızca neyi ne miktarda tükettiğimiz önemli…
Sistem bu gün bize tek gelecek öneriyor.
Herkesin daha çok tüketmesi gerektiği bir gelecek.
Sistem neye sahipseniz, o’ sunuz diyor. Hiçbir şeye sahip değilseniz hiçsiniz diyor…
Ve sistem yine diyor ki; Önerdiğim modele uyman için her şey mubahtır.
Şimdiler de “insanlık onuru”  yerinde yeller esiyor…
Ve sistem bütün bunları geleceğiniz diye sunuyor. Bu geleceğe mahkûmmuşuz gibi sunuyor.
 
Yaşamımız gülünç çünkü ülkemde din ve inancın ancak örtüyle, tesettürle, türbanla, çarşafla ortaya koyulduğunu görüyorum. Yani kadınlar üzerinden yapılan ayrımcılıkla…
 
Gülümsüyorum, çünkü benim için kadının çarşafla örtülmesi erkeğin kadına zulmüdür..
Ben böyle bir geleceği kabul etmiyorum.
Yaşamımız muhteşem çünkü bakmayın şimdi böyle karamsar olduğuma, her gün boyunca karamsarlığımın yerini iyimserlik alır saatler ilerdikçe çünkü geleceği düşlemekten vazgeçmiyorum, aslında kayıp zamanlarda…
Bu günün yarın demek olmadığını, kader olmadığını.  Önerilen bu geleceğe mahkûm olmadığımızı anlamamız anlatmamız gerekiyor....”
 Ve bizim coşkuyla  30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMLARIMIZI  kutlamamız gerekiyor…
Bu coğrafyada yaşamak çok büyük bir şans,
Şansın yanında bir ayrıcalık…
Biz, Ege’yiz,
Biz, İzmir’iz,
Biz, Ödemiş’iz ve ödememiz gereken tüm bedelleri en ağır şekilde ödemişiz,
Artık bedeller ödememek adına,
Ayrıcalıklarımızın farkına varılması dileklerimle,
ZAFER BAYRAMINIZI KUTLUYOR düşçe kalın DİYORUM….