“Çocukken Görüleni severdim; yeniyetmeyken hissedileni; erkek oldum, artık hiç bir şey şeyi sevmiyorum” diyor Gustave Flaubert “Bir Delinin Anıları “kitabında…

İnsan bilinmedik bir el tarafından sonsuzluğun içine atılan bir kum tanesi, hayatın kenarından tutunmak isterken erdeme, aşka, bencilliğe hırsla bağlanan ve daha iyi tutunmak için bütün bunları erdem sayan, gün geçtikçe zayıflayan, elleri gevşeyen ve sonunda bu yolda, yalnızlığa, sevgisizliğe mağlup olan, yabancılaşan bir varlık…

Doğa değişim- dönüşüm işlevini doğum ve ölüm gerçekleriyle belgelerken, anlam denen bulmacayı çözmek herkesin kendine düşüyor.
Ve herkes kendince “tutarlı” çözdüğünü sanıyor, bulmacasını.
Öyle ya karmaşa ve kan yarışı, yarınsızlık eker miydi evrene başka türlü…

Hayatımda ne kadar çok saat , uzun ve tekdüze saatler , düşünmekle , şüphe etmekle, araştırmakla ve düş kurmakla geçti…
Kaç kış günü , batan güneşin soluk ışıklarıyla beyazlaşan caddelerin önünde başım eğik ; kaç yaz akşamı kırda güneş batarken bulutların kaçışına , yayılışına , buğdayların meltemle boyun eğişine bakarak , ormanların ürpermesini duyarak başım yukarıda…

Büyük düşünür Kant, İnsanın ancak yetkinleşip aydınlanırsa kurtuluşa ereceğini savunuyor.
Bu onun deyimiyle, “İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu yetkinliğe ermeme durumu”nu aşmasına bağlı.
Bu açıdan aydınlanmasının önünü kesen her türlü baskıya karşı direnmeyen insan, yalnız kendine karşı değil topluma karşı da suçlu duruma düşecektir diyor.
Ayrıca Kant, bilgilere akıl yoluyla ulaşılacağı toplumsal yaşamın ancak doğru bilgilerle düzenleneceği görüşünü ileri sürerek, İnsanın “yetkinliğe ermeme durumun” dan kurtuluşunun yoluna da gösteriyor.
Ne var ki yolu görmek yetmiyor. Yolun aydınlatıcı da olması gerekiyor.
Türkiye’ de ise son zamanlarda her gün aydınlanma inşalarından birinin yıkıldığı, yıkanların kahraman sayıldığı günler yaşanıyor.
Yaşam acı- tatlı öğrenmeler silsilesinden başka nedir ki?
Herkes yeteneğine göre pay çıkartır, durumlardan ve olaylardan.
Birey sorumluluğu oranında insan olma, sayılma oranında kendisidir.
Ve beklentilerimiz, dileklerimiz çok yönlüdür ve hep vardır.
Sürekli değildir hiçbir olumsuzluk, hiçbir gece “Gecenin borcudur sabah” ki eninde sonunda ödenir.

Doğa ve yaşam sürekli yineleme, yenilenme çarkına sahiptir çünkü…
Gizli bir yola “Merhaba süren, filiz…! Diyen.

Yarım bırakılmış bir öykünün
ezberlenmiş sonunda
buluyoruz
yol ayrımlarını genelde… Ve gidilen yol her zaman düşlerdeki yeşile uymuyor… Fark edildiğinde ise ne yazık ki iş işten çoktan geçiyor…


İnsan sevgisi dilimizden, dillerden düşmez. Zaman zaman en duygusal sözcükleri kullanarak sevgimizi açıklamaya, ifade etmeye çalışırız. Salt sevgi sözcüğünü dillendirmek yazmak, sevgiyi kanıtlar mı? Hatta ifade eder mi?
Hayır, sevginin kanıtı davranışlar aslında…
Sevgi davranışlarda görüntülenir. Sevgi, saygıyı, özveriyi, paylaşmayı, bencil davranmamayı en önemlisi de bence güvenmeyi içerir.
Bizler yaşamayı amaçlarken ve bir yaşam içinde hedeflere ulaşmaya çabalarken çok küçük yaşlardan itibaren edindiğimiz değerlerin bizi belirlediğini biliyoruz. Tanıştığımız ilk değerde “güven” bana kalırsa. Güvenmeyi ana karnında bize sunulan o sıcaklıkta öğreniyor, sonra hayatın ayrıntılarında alıştırma yapıyoruz.
Özel ilişkilerimiz de, dostluklarda hatta iş ilişkilerimizde…
Kendi özel yolculuklarımıza onunla çıkıyoruz.
Ve güven unsuru
Bir kez sarsılmaya görsün
Sonra kırık dökük yürüyor her şey.
İşte bunun için verilmeden, söylenmeden önce sözlerin dibe çökmesini beklemek gerekiyor…
Ağızdan çıkan söze sahip olmak güç.
Sorumluluklar gibi sözler de bize aittir. Kapıyı açmak değil, eşiği geçmektir önemli olan.
Size sözler veriliyor, dilekler söyleniyor, istenilenler sıralanıyor sonuç; koskoca bir hiç!!!!!
Korkulan sebebi bilinmez belki kişilik eksiklikleri, belki bulunulan yerden düşme tehlikesi, belki karşındakini kendinden güçlü görme, hazmedememe  yani kısaca davranış bozuklukları……..
Ve hiç ummadığınız kişilerde ve statülerde!!!!!
 
Bazen Thomas Gray’in “Cehaletin mutluluk olduğu yerde, akıllı olmak delliliktir…” sözü aklıma geldikçe cahil mi olmalıyım diyorum kendi kendime deli mi?
Sanırım bir delinin anıları diye bir kitap ta benim çıkarmam gerekecek diyip susuyorum,
Şimdilik…….
 


Yıldızlar parlıyor
Öfke değil, intikam değil, gökyüzünde dalgalananlar
Kalemimiz yazdıkça ve buna inandıkça dalınır mı umutsuzluğa, korkakça
Düşünülür mü?
Hem de bu ortamda, bu devirde, aydınlanmaz mı kör karanlıklar.
Yılmadan yürüdükçe bu sevgi yolunda diyor,
Yollar çiziyorum
...aramıza
umutların tükendiği yerden
Düşçe kalın