Gündemi yakından takip etmeye çalışsak da özellikle siyasi alandaki yaz rehaveti sürüyor. Özellikle CHP’nin son yılların en sessiz günlerini yaşaması bu alandaki kısırlığı artırıyor. İktidar için bulunulmaz bir nimet bu. Eskilerin deyimiyle bindikleri atla kaçıncı kez Üsküdar’a doğru rahat bir yolculuk yapıyor.
Siyasette zaman kadar kıymetli başka bir hazine yoktur. İktidar partisi için zaman çok daha önemlidir. Seçmen hizmet bekler ama hizmetin ortaya çıkması için de belli bir süre gereklidir. Sıkıntısız yani muhalefet ile ayrıca laf yarışına girilmeyen süre hizmet üretimi için değerlendirildiğinde, er geç bitecekleri düşünüldüğünde, bir sonraki seçim için büyük bir avantaj sağlar.
Seçmen kendi geleceği açısından umut vaad eden için oy kullandığı kadar, ülkesi için ortaya somut hizmetler ortaya koyan parti için de oy kullanır.
Birçok kişi elinde dosyalar televizyonlarda boy gösteren, karşısına aldığı kişinin siyasi hayatını sona erdiren ve bu nedenle halkta yeni bir heyecan uyandıran Kılıçdaroğlu’nun yüzünü dahi unutmaya başlamıştır. İstanbul’da gerçekleştirdiği sinerjiyi tüm Türkiye’ye yayması beklenen en azında ümit edilen Tekin’in de istenen sinerjiyi oluşturamadığı ortadır.
Bu şartlarda meydan AK Parti’ye kalmıştır. Geçen 9 yılda gördüğümüz üzere bu fırsatı kaçırmalarını beklemek hayalcilik olur.
İnanılmaz bir şekilde alınan oy oranı ve meydanda yalnız olmalarına rağmen daha ilk iktidar yılları havasında olmaları, en ufak kişisel ya da hizipsel hırs ve inisiyatif tartışması içinde olmamaları ilginç, araştırılması gereken ama bir o kadar da takdiri şayandır.
Muhalefetin içinde bulunduğu rehavet ve ataleti birarada değerlendirdiğimizde görünen o ki önümüzdeki yerel seçimlerde de değişen bir şey olamayacak. En fazla İzmir, Eskişehir ve Antalya’da seçimler nasıl sonuçlanacak diye bir merak içinde olacağız. Bunun bizim gibi amatör yazarlar için anlamı siyasi konu bulmakta zorluk çekeceğimizdir. Ama dediğim gibi bu bizden değil muhalefetten kaynaklanmaktadır.
Haddimizi bilerek, elimizden geldiğince görüşlerimizi yazıyor, görüşlerinizi dillendiriyoruz. Mayıs ayında hatırlarsınız Sibel Üresin diye bir bayanın sözleri gündeme düşmüştü. Tam unutuldu derken mübarek Ramazan ayı nedeniyle tekrar gündeme geldi. Aslında iyi de oldu.
Bu konunun basit ve kolaycı bir yaklaşımla geçiştirilmesi büyük bir hataydı. Ancak görülen o ki aradan geçen süre içerisinde bu yaklaşım değişmemiştir.
Hemen “Sen de mi, Nasıl olur O’nun görüşlerini desteklersin?” demeden önce bunun toplumsal bir sorun ve yara olduğunu düşünmenizi talep ediyorum.
Önce metres ve metreslik kelimeleri üzerinde duralım. TDK’nın Büyük Türkçe Sözlüğü’ne göre: “Evli bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapama, kapatma, zamazingo”dur.
Oysa günümüzdeki anlamının bu kadar dar bir kalıp içinde olmadığını sanırım herkes kabul eder. Evliliğinden istediğini bulamayan ama çocuklar ya da diğer etkenler ile boşanamayan kişilerin aradığı her neyse bulduğu kişi olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Bu aşk da olabilir ya da güzellik, kültürel zenginlik de olabilir. Kaldı ki sadece şehveti nedenler olsa durum değişmeyecektir.
Kadın açısından da baktığımızda ya çaresizlik ya da evli bir erkeğe aşık olma hali ile ortaya çıkar ki bu durumda ya metresliği kabullenecek ya da o evliliği yıkıp kendisininkini kuracaktır. Genel kabul gören ilk evliğin yıkılmasındansa evlilik dışı birlikteliğin bir şekilde sürdürülmesidir.
Çoğu zaman evli kadının da tercihi budur. Eşinin bir başkasıyla birlikte olduğunu bilmesine rağmen yukarıda belirttiğimiz aynı mantıkla yaklaşarak, “Aman arada çocuklar var, nasıl olsa tapusu ben de değil mi?” değerlendirmesi ile olayı kabullendiğini görürüz.
“Tapusu bende” deyiminin iki sırrı vardır: Biri gerçek anlamda evlilik cüzdanı diğer ise ileride doğması muhtemel miras hakkı. İşte bu sihirli deyim bir anlamda aldatılan kadının güvencesi tesellisi olmaktadır.
Eşinden boşanmış bir kadına toplumun bakışının, metrese bakışından ne kadar farksız olduğunu hepimiz biliyoruz. Hele işi gücü olmayan kadınlar için durumu kabullenmek kaçınılmaz bir hal almaktadır.
2008’de yayınlanan bir anket bu durumu açıklamaya yetmektedir:
Boşanma davası açan kadınların durumuna ilişkin araştırmada şu sonuçlar elde edilmiştir.
Boşanma davası açan kadınlardan % 80’i çalışan kadın,
Boşanma davası açan kadınlardan % 20’si ev hanımı
Bu çalışan kadınların eğitim düzeylerine ilişkin yapılan araştırmada ise şu sonuç elde edilmiştir:
% 60’ı Üniversite mezunu
% 28’i lise mezunu
% 12’si ilkokul mezunu.
Boşanma davası açan kadınlardan % 80’i çalışan kadın,
Boşanma davası açan kadınlardan % 20’si ev hanımı
Bu çalışan kadınların eğitim düzeylerine ilişkin yapılan araştırmada ise şu sonuç elde edilmiştir:
% 60’ı Üniversite mezunu
% 28’i lise mezunu
% 12’si ilkokul mezunu.
Yani çalışan ve eğitimli kadın boşanma konusunda daha cesur davranabilirken, ev hanımları ister istemez daha ürkek davranmaktadırlar.
Metreslik ise aynı sözlüğe göre “Metres olma durumudur” Bir başka değişle, evli bir erkekle nikah akdi olmadan evli gibi yaşama durumudur.
Bu anlamda metreslik para ile erkeklerle cinsel ilişkide bulunan kadınların statüsünden farklı olduğu hemen ortaya çıkmaktadır. Bir tanesi para karşılığı sadece bir kez birlikte olmasına ve yine para karşılığı başka erkeklere de birlikte olabilmesine rağmen diğeri sadece metresi olmayı kabul ettiği erkekle birlikte olmakta, aynı evlilikte olduğu gibi sadakat göstermektedir. Yani sadece cinsel ihtiyaçların giderilmesinin ötesinde bir birliktelik söz konusudur. Neredeyse yarı bir evlilik ilişkisi olmakla birlikte yasal bir yanı, dayanağı bulunmamaktadır. Bu açıdan baktığımızda olaya salt dinsel yaklaşıp, sosyal yönünü görmezlikten gelmek, bugün için uzak bir ihtimal olsa da önümüzdeki yıllar içinde çözülmesi gereken bir sorun olarak elimizin altında duracaktır.
Dinimizin tek eşliliği tavsiye etmesine rağmen belli şartlar altında birden fazla evliliği kabul etmesi söz konusudur. Medeni Hukukumuzda ise yasal olarak tek bir nikah sözleşmesi yapılabilir, ikincisine izin yoktur. Zaten kimse de bunu talep etmemektedir, edememektedir.
Metresliğin yasal bir düzenlemeye bağlanması, başta miras hukukundaki çekinceler nedeniyle bugün için mümkün olamayacaktır.
Ama zinanın suç sayılmadığı düşünüldüğünde ortada bir çelişkinin de olduğunu kabul etmek gerekir. Zinanın sadece boşanma sebebi olması yukarıdaki açıklamalar karşısında özellikle kendi ayakları üzerinde durabilecek bir iş ve eğitime sahip olmayan kadınlar için koruyucu bir yaptırım olmasına yetmemektedir.
Artık günümüzde zinanın tekrar suç sayılması artık pek mümkün görülmemektedir. Ama aynı şekilde birden çok evliliğe de izin çıkmayacağı düşünüldüğünde bakalım bu sorun nasıl çözülecek?