Gündemlerin bu şekilde hızlı tüketilmesi, hiçbir çözüm önerisi getirmeyen, alt yapısı olmayan kişileri göz önünde tutmaktan başka bir şeye de yaramamaktadır. Ama bu göz önünde bulunanların bilgi ve birikim seviyelerinin ortaya çıkması da çok uzun sürmüyor.
CHP’nin kurumsal olarak yapacağı ABD ziyaretine Sözcü Gazetesi ile Halk Tv çağırılmamış. Sanırım birçok kişi buna bir anlam verememiş hatta inanamamıştır. Oysa CHP tabanının büyük bir kesimi Sözcü gazetesini günlük olarak okur ve televizyon deyince önemli bir bölümünün de aklına Halk Tv gelir. Bu gazete ve televizyondan aldığı bilgileri olduğu gibi sokakta da yansıtmayı sever, hatta görev olarak kabul eder.
Bir arkadaşın:”Eskiden bazıları, koltuğunun altına Cumhuriyet Gazetesini sıkıştırır ve ‘Cum’ hunu göstererek, şimdilerde Sözcü Gazetesini sıkıştırıp ‘cü’ sünü göstererek aydın kimliğini ortaya koyuyorlar” cümlesi aklıma geldi. Bazıları için gerçektende doğru bir cümle. Peki, ne oldu da CHP tabanı tarafından takip edilen bu iki basın ABD gezisine davet edilmemişti?
Bu davet edilmeme en az Ak Parti ile kendisini “hizmet” olarak adlandıran grup arasındaki dershaneler üzerinden yapılan ayrışma kadar önemli olmasına rağmen “yokmuş” kabul edilerek görmezlikten geliniyor. Oysa burada da benzer bir ayrışma vardır. Her iki partiye baktığımızda siyaseten bir dönüşüm içinde olduklarını söyleyebiliriz. Kişisel kanaatime göre de partiler yerel seçimleri, yeni misyona uygun olarak yeni bir vizyon oluşturmak için büyük bir fırsat olarak görüyor.
Üstelik bu yeni oluşum çabaları yeni de değildir. Her iki parti 2011 genel seçimlerinde gösterdikleri milletvekili adayları ile bunun işaretini vermişlerdi. Bilindiği üzere Sayın Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesinden sonra CHP’nin yenileşmesi parti tabanında belli bir direnişle karşılaşmıştı. Ama sosyal demokrat bir kimlik üzerine dönüşüm göstereceğini söyleyen CHP her fırsatta bu dönüşüm için gerekli adımları atıyor.
Haziran ayında yapılan TBMM. Grup seçimleri de aslında dönüşüm için atılan adımları gösteren bir veri olmasına rağmen sıradan bir grup başkan vekilliği seçimi olarak görüldü. Gezi olaylarının en hareketli günlerinde yapılan seçimlerde aynı olayların önemli figürlerinden Sayın Emine Ülker Tarhan seçilememiş, Sayın Muharrem İnce ise ancak 5. Tur oylamada diğer tüm adayların çekilmesi ile tek başına kalması ile seçilebilmişti.
Şimdi de yeni misyonlarına uygun olarak 2014 yerel seçimlerinde aday belirleneceğini söyleyebiliriz. Sık sık dile getirilen “seçimlere en çok oy alacak kişi ile gireceğiz” cümlesi bir seçim kazanma stratejisinden öte yeni vizyonun oluşturma yönünde bir gerekçe özelliği taşıması açısından da önemlidir.
2014 Mart seçimlerinin önemi sadece sonrasında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ya da genel seçimlerden kaynaklanmasının yanı sıra iktidar partisi ile ana muhalefet partisinin dönüşümünün de altyapısı niteliğindedir.
Zaten bilindiği üzere Ak Parti’de 3 dönem kuralı gereği bir çok isim önümüzdeki dönemde milletvekili ya da bakan olamayacaktır. Dolayısıyla Ak Parti’nin de kanaatimce 2015 seçimlerinden önce kendi içindeki dönüşümü tamamlaması gayret ve çabası içindedir.
Bu açıdan baktığımızda ülkemizde belediye başkanlarının yerel siyaset üzerinde etkisi bilindiğinden her iki parti 2014 Mart seçimlerine daha başka bir önem vermektedirler. Bu nedenle her iki partinin hemen seçim öncesi kendi içlerinde yaşadığı tartışmaların ana sebebi tartışma içinde bulundukları gruplardan aday telkinlerinin önüne geçmek olarak da değerlendirmek gerekir. Yoksa seçimlere bu kadar az bir süre kala kimse kimseyle kötü olmak istemez.
Her ne kadar sadece Ak parti ve CHP’den bahsediyorsak aslında benzer bir değişim ve dönüşüm BDP içinde geçerlidir. Bu parti de dönüşümü için yerel seçimleri çıkış noktası alarak batı illerinde HDP adlı parti ile seçimlere girmektedir.
Görünen o ki sadece MHP bu seçimlere aslından ödün vermeden katılacaktır. Bu açıdan baktığımızda dönüşüm içerisinde olan Ak Pati, CHP ve BDP/HDP ile henüz buna gerek duymayan MHP nin alacağı oylar sadece bu partilerin değil aynı zamanda Türkiye’nin yönünü belli etmesi açısından çok önemli bir seçimdir.
Şimdiden hayırlı olsun diyerek küçük bir parantez açalım. Birçok şeyi olduğu gibi siyaseti de yarım yamalak bilenlerin Türkiye’de yaşanan gelişim ve değişimi doğru takip etmelerini beklemek maalesef mümkün değil. Zaten çoğu zaman objektif olamadıkları için yapılan tespitleri de doğru değerlendiremediklerini görüyoruz.
Örneğin piste çıkmış son hazırlıklarını yapan bir atlet düşünelim. Bağcıklarını bağlarken yanlışlıkla iki ayakkabısını birbirine bağlamış olduğunu gördüğümüzde, benim gibiler gerekli uyarıyı yapar: Bağcıkları yanlış bağlamışsın, bu şekilde yarışa katılırsan kaybedersin, derler. Doğrusu da budur. Bazıları ise bunu gördükleri halde hiçbir uyarıda bulunmazlar. Kendilerine göre elbette bir gerekçeleri vardır ama madem siz bunu söyleyemiyorsunuz, bari en azından onu uyaranlara “koşucuya çelme takmayı çalışmak” ithamında bulunmayın. Bırakın o atlet yaptığı yanlışı görsün, diğerleriyle eşit şartlarda koşsun.