Yazımın başlığı olan atasözünü ilk duyduğumda henüz ilkokul çağlarındaydım ve elbette duyunca çok şaşırdım. Sözün sahibi rahmetli dedemdi. Dedem ve teyzemler salonda oturmuşlar kırılan oda kapısının camıyla ilgili konuşurlarken kardeşim birden ortaya çıkarak “ben kim kırdı görmedim, ben zaten diğer odada oynuyordum…” deyiverince dedeciğim bu atasözünü söyleyivermişti. Kardeşimin yaşı küçük olduğundan hiçbir şey anlamamıştı. Bense argo kültürüne sahip bir dedenin torunu olarak ve yarım yamalak sokak kültürümün de etkisiyle kafamda acayip bir fotoğraf oluşturmuştum bile. Beliren fotoğraf karşısında gülmemek için kendimi sıktıysam da beceremeyip kahkahayı basınca da günün ihalesi kardeşimden alınıp bana çıkartıldı. Fırçalar arasında odama kapanırken aklım zonguldar (!) kelimesinde kalmıştı. Ortalık yatıştıktan sonra soruyu yönelttiğim teyzem biraz kızarsa da bu sözün suçlu olan kişinin konuyla ilgili ortaya atılması hatta bir şeyler söylemesi demek olduğunu bana anlattı. Her ne kadar “zonguldar” kelimesinin anlamını öğrenmesem de atasözünün anlamını kavramıştım. Aradan geçen zamanda bu sözün sonunun “dingilder” ya da “bıngıldar” olarak da söylendiğini duydum. Şimdi anlıyorum ki “zonguldar” bizim yöremize ait bir kavram. Ama belki de doğrusu “dingilder” olacak çünkü büyük üstad, usta kalem Hakkı Devrim de gönderme yaptığı bir yazısında muhatabına “işkilli büzük dingilder” atasözü ile cevap vermişti. Ustalarımız daha iyisini ve doğrusunu bilir; bize de bundan sonra “dingilder” demek düşer. Ama dileyen bu sözün daha naif olan “yarası olan gocunur” söylenişini de tercih edebilir.
Ben de bu yazıyı hazırlarken biraz araştırdım ve “büzük” kelimesinin Türk Dil Kurumu’nun sitesinde dört farklı anlamına rastladım. Bu dört anlam kalın bağırsağın sona erdiği yer; yüreklilik, cesaret; toplanarak büzülmüş ve sıkılgan olarak açıklanıyor. Ama ne zonguldar, ne de dingilder kelimelerinin açıklamaları maalesef yok. Ancak meşhur internet sitesi vikisözlük’te iki anlam atasözünü çok net açıklamış. İlki “herhangi bir konuda tedirginliği olan ya da yaptığı işe inanmayan kimsenin kendisini belli edeceğini belirtmek” derken; ikincisinde “bir konuda zaten suçlu olmasından ya da kuruntusundan dolayı karşı tarafın da suçlu olduğunu ima etmesi üzerine alınan tavır için söylenmiş söz” ifadesi kullanılmış.
Şimdi diyeceksiniz sen bu atasözünü niye köşene konu yaptın? Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan “yemekteyiz” yazı dizimden sonra birden fazla kurumda müdürlerin acilen biraraya gelerek “bizle ilgisi yok, bu müdür acaba filanca mı?...” gibi söylemde bulunmalarının bana net olarak aktarılması karşısında ben de uzun zamandır ağzımdan çıkmayan bu atasözünü ortaya döküverdim. Yanımda bulunan ve yaşça daha genç olan arkadaşlar da bu atasözünü duymadıklarını ve anlamını da bilmediklerini söyleyince onlara kısaca açıkladım. Hem bilmeyenlere açıklamak hem de rahmetli dedeciğimi anmak için bu atasözünü köşeme konu yaptım. Nur içinde yat dedeciğim…
* * *
Yazım burada bitti ama hem kısa olduğunu hem de geçen haftaki yazımda not olarak aktardığım Belediye Başkanı sayın Bekir Keskin’in bana gönderdiği mektuptan bahsetmeyi unuttuğumu fark ettim.
O zaman yazıya devam.
O zaman yazıya devam.
Sayın Keskin şahsıma gönderdiği 01.251.01-1156 sayılı yazısında köşemi takip ettiğinden, beğenisinden bahsetmiş, katkılarımı beklediğini ve başarılı çalışmalarımın devamı dileklerini sunmuş. Sayın başkana zaman ayırarak şahsıma sunduğu güzel ifadeler için yürekten teşekkür ederim. Ancak söz konusu yazıda birkaç konu dikkatimi çekti. Öncelikle herkesin bildiği gibi bu köşemin adı “3. Göz” ancak nedense yazının ilk cümlesinde “Kahve İçmeye Beklerim” köşeniz (!) denmiş. “Kahve İçmeye Beklerim” 16 Haziran 2011 tarihli yazımın başlığı olup köşemin adı ise3.Göz’dür.
Yazıda en dikkat çekici ifadelerse “yemekteyiz yazı dizisinde bahse konu kurum olarak Ödemiş Belediyesi’nin kastedilmediğini ve belediye ile ilgisinin olmadığını düşünüp buna da şüphesiz (!) inanıyoruz” denmesi. Çünkü birkaç paragraflık yazıda bu ifadeler ikişer kere kullanılmış hem de bilme ve inanma, hatta şüphesiz inanma ifadeleriyle bu durum bir kat daha pekiştirilmiş. Beğenileri içeren, tebrik edildiğim ve hatta katkılarımın beklendiği bu mektup beni elbette sevindirdi ancak neden bir savunma dilekçesi içeriğinde olduğuna bir anlam veremedim. Belki de söz konusu mektup sayın Keskin’in ağzından değil de bürokraside çokça rastladığımız sekreterya ya da ilgili müdürlerin kaleminden ya da ağzından çıktı. Mektup düşüncesinin Bekir Keskin’in ince fikrinden kaynaklandığı ve onun talebiyle yazıldığından eminim ancak bazı müdürleri “dingildeten” (!) “yemekteyiz” dizisinin sayın Keskin tarafından resmi yazı ile kağıda dökülmesine bir anlam veremedim.