O gün Birgül yengenin doğum günüydü.  
Durun durun; önce bir soru sorayım: Siz hiç evli ve hastalık derecesinde uçkur düşkünü bir şefin emrinde aday memur olarak çalıştınız mı? Üstelik adam sicil amiriniz. Çalışmadıysanız ben söyleyeyim, çok zordur.
 
***
Şefin en telaşlı günlerinden biri; yeni tanıştığı bayanla buluşacak, akşam da eve gitmeyecek. Dedim ya, yengenin de doğum günü. Onu da ihmal etmeye hiç mi hiç gelmez. Üstelik kadının buna zerre kadar güveni kalmamış. Şef zor durumda, doğal olarak da beni çağırdı:
- Mehmet, ocağına düştüm; arkadaş dediğin böyle günde gerek hani.
Adamın doğal hali sıkıştırılmış hort zort; ama böyle bir işi çıktı mı, hemen sıkıfıkı arkadaş oluveriyoruz:
- Yengene acil işim çıktı, Ankara’ya gideceğim, dedim; çiçeğini, pastasını bizim eve götürmek sana kalıyor. Yaparsın artık bir iyilik.
Başka çaremiz mi var, elbette yapacağız. Bu namussuz herife zamparalıkta yardımcı olmak en başta gelen görevlerimizden oluyor. Orda burada zıpırlık yapacağına gidip evinde, adam gibi yaş günü kutlasa olmuyor. Ama benim de uluorta İspanyol parası gibi dolaşmak hiç hoşuma gitmiyor; kurtulmaya çalışıyorum:
- Ama benim bu akşam çok işim var. Mümkün değil gidemem. 
Bu yanıtı hiç beklemiyormuş. Yüzüme ters ters baktı:
- Mehmet, senin asaletin tasdik olmuş muydu?  
Şimdi baltayı taşa vurduk. Bir yılımın dolmasına daha dört ay var, 
nasıl tasdik olacak? Üstelik hakkımda rapor düzenleyecek sicil amirim de ta kendisi.  
Aba altından sopa gösterir gibi soruyor.  
İyilik etmedim diye kızıp bir rapor döşenir mi şimdi? “Emrimde   
aday memur olarak görev yapmakta olan Mehmet adlı kişi, devlet memuriyetinin 
gerektirdiği niteliklere sahip olmadığı gibi, özellikle de amirlerine karşı itaatsiz    davranışlarından ötürü …” vb vb..
İpin ucu adamın elinde, asalet tasdik oluncaya kadar ne isterse yapılacak. Hatamı hemen düzeltmeliyim:
- Münir Bey, dedim. Bu akşam çok işim var demiştim ya.
- Eee.
- Şimdi aklıma geldi; benim bu akşam hiç işim yok.      
Başını “Seni gidi seni!” der gibi dalgalı dalgalı salladı. Sonra kaşlarının altından bir şantajcı edasıyla baktı: 
- Hıım! Bana da öyle gelmişti. 
 
***
 
Neşesi de yerine gelince uyardı:
- Aman ha! Yengenin gereksiz kıskançlıkları vardır, sakın ağzından bir şey kaçırma.   
Verdiği adrese baktım, üç otobüs değiştirilerek gidilecek, cehennemin dibinde bir yer. Şef yol parasını elime tutuşturduktan sonra, gömlek cebime de bir şeyler sokuşturdu. Dışarı çıkınca baktım bir çakır onluk. Oh oh! bu iyi oldu; tabi hizmet karşılığı. Hazır pastayı, çiçeği alıp yola koyuldum. 
Bir elimde çiçek bir elimde pasta. Özellikle işyerine yakınlığından tanıdığın çok olduğu ilk otobüste “Mübarek olsun”, “Kutlarım”, “Allah tamamına erdirsin” gibi bütün kutlamaları kabul ettim. Şimdi tutup da “Benimle bir ilgisi yok. Şef yeni bir hatun tavlamış, kadın tam da bugüne randevu vermiş, gönül almak için eşine yaş günü pastası gönderdi” denmez ki. 
Neyse ki, öteki otobüslerde tanıdık çıkmadığından yolcular sirke gelmiş gibi seyretmekle yetindiler.   
Saat yediye doğru evin kapısındayım. Zili çaldım açan yok, kapıyı yumrukladım ses yok. Her halde bir komşuda ya da alışverişte. Çiçekle pastayı dış kapının yanına koyup, eşiğe oturdum. Bugün tam seyirliğim, giren çıkan meraklı meraklı bana bakıyor.    
Bekle Allah bekle; saat dokuz oldu gelen giden yok. Nerde bu Birgül yenge? İnsan komşuya gitse çoktan döner. Bu saatte çarşı pazar da olmaz.
Biri kapıdan öteki bacadan mı sıvışır bunların da.
 
***
 
Ben daha üç otobüsle eve döneceğim. Şöyle bir ayağa kalkayım, dedim, kaidem uyuşmuş oturmaktan. 
Artık iyice sinirlenmeye başlıyorum; adam çapkınlık yapacak sıkıntısı bana düşüyor. Şeytan diyor ki, çek git evine; sana mı kalmış elin ahlaksızına iyilik etmek. Ah ah, şeytan iyi diyor da, kolaydı o gitmekler. Adam oturuverir daktilonun başına “Emrimde aday memur olarak çalışmakta olan Mehmet adlı kişi, hatta kişi de değil “Zat”, bir devlet memurunda aranan, en başta amirlerine itaatsizlik olmak üzere….” vb vb..    
O zaman da al başına belayı. Devlet dairesinde bir daha adım mı attırırlar!
Asaletin tasdik edilmiş olsa, çiçeğini de pastasını da kapının eşiğine çarptığın gibi… Yok canım, çarpmak da neymiş, burada bile olmazdım. 
 
***
 
Saat oldu gecenin on ikisi. Herkes çoktan evine çekilmiş durumda; ışıklar birer ikişer sönüyor. Birgül yenge de nihayet bu saatte bulundu geldi. Beni görünce çok sevindi. Büyük zahmetler etmişim. Üstümüze görev aldık ya, ben hemen şefimi savunmaya koyuldum:
- Acil bir işi çıkıverdiydi de, hemen Ankara’ya gitti. İşini bitirip dönecek.
Yenge bunları “Ya, öyle mi?” filan deyip geçiştirdi de, söylediği söz ilginçti:
- Mehmet, dedi, Münir abin bu akşam Ankara’ya kalkan hiç bir araca binmemiş.
Ne diyeceğim ben şimdi bu kadına, yayan gitti de denmez ya. O da yanıt beklemedi zaten.
***
 
Ben durağa varana kadar ne otobüs kalmış ne minibüs. Bir taksi durdurdum, kentin bir ucundan öteki ucuna; üstelik gece tarifesi. Şefin verdiklerinin üstüne cebimdekileri
de koydum, o bile yetmedi. Neyse ki, taksici hoşgörülü çıktı.  
Ertesi gün erkenden gelmiş sonuçları soruyor:
- Nasıl, gidip dönmen kolay oldu değil mi?       
- Kolay.  
Kolay, deyince hoşuna gitti: 
- Bak, dedi, gördün mü? Bundan sonra yardımcı ol işte. Hem harçlığın çıkar, fena mı?
Bu arada akşam meteliksiz kalışım aklıma geldi:
- Yalnız onluk çok az. Masrafını karşılamıyor. 
Bunu da duyunca daha çok neşelendi, hatta bir kahkaha attı: 
- Mehmeeet, işi öğrendin sen. Baksana zam bile istiyorsun. Aferin aferin, mesleğin kötüsü olmaz, elinde bulunsun, aferin. 
 “Asaletim tasdik olsaydı, gösterirdim ben sana mesleğin iyisini kötüsünü” dedim içimden de; şimdilik yapacak bir şey yok.
 
***
 
Aday memur olarak kalan dört ayımı şefime karşı iyilikte kusur etmeden ve en küçük bir itaatsizlik göstermeden tamamladım.  
Sonunda asaletim tasdik oldu; şefim o günden beri benimle çalışmak istemiyor. 
Nedeni? Huy değiştirip, amirlerime karşı itaatsizliğe başlamışım.