-Öykü-
Bu bir meraklının aday adaylığı öyküsüdür. Sayın genel başkanının gözüne girmesi de adaylığının önkoşuldur: …
“- Yoook, dedi, hiç umut yok; canına kıyacak. Su gibi kızım, Pakizem elden gidiyor.
Almaya hiç mi hiç niyetim yok da, uygun bir yöntemle başımdan savuşturmaya çalışıyorum:
- Öteki bayrama halletsek yenganım?
Kadın öteki bayramın seçim sonrasına denk geldiğinin bilincinde, bu kez ikellerini dizlerine vura vura çırpınmaya başladı:
- Gidiyoor, gidiyor!
Çırpınıyor da çırpınsa ne olacak; karşısında kale gibi duruyorum. O da zaten para çıkarmayacağımı anlayınca taktik değiştirdi; kalktı yanıma geldi. Burnuma kadar eğildi, gözlerimin içine içine:
- Senden hayır çıkmayacak. Kızıma acımadın bari onunla birlikte gömülecek oya acıyaydın. Sen böyle mi politikacı olacaksın? Böyle mi belediye başkanı seçileceksin?
Kadın can alıcı soruyu sorduktan sonra uzaklaştı, yeniden koltuğa oturdu. Bu kez de canalıcı sorusunun daha canalıcı yanıtını beklemeye başladı. Haklı da, sen koskoca beldenin belediye başkanlığına soyun, öz be öz partili evin öz be öz partili kızına bir kot pantolonu çok gör. Üstelik o rengini atan beyazlaşanlarından, adilerinden yani. Ömründe kot pantolon denen giysiyi ne aldım ne de giydim; ama politika bu, aldırır.
Hadi almadık, savuşturduk; ya kız gerçekten canına kıyarsa? Hak saklasın bir de ölürse? Bunu da sayın genel başkan duyarsa! Koskoca bir oyu heba ettiğim için, kuşkum yok, partiden ihraç bile eder. Bundan daha büyük suç mu olur?
Hiç şıkkı yok, Pakize'ye kot pantolon alınacak. Bu bir yurt sorunu, bir ulus sorunu oldu artık. Hanım aylardır koridora yolluk istiyor; “hort zort!” geçiştiriyorum. Alt tarafı yolluk, önemsiz. Ama bu öyle değil. Bir anlamda devlet sorunu. Yırtık pırtık yollukla da idare edilir; ama Pakize'nin kotu? Eh, bizim de kıçımızı başkanlık koltuğuna iliştirmeden öbür dünyayı onurlandırmaya hiç mi hiç niyetimiz yok. Artık tam anlamıyla bir olmazsa olmazla karşı karşıyayız:
- Yenge, hanım kızımızı üzmeyelim bari. Kaç paraymış o rengini atan şey?
Bayanın gözleri parladı. En ufak bir olumsuz mimikte çırpınmaya hazır duran ellerini, gücü kalmamış gibi yanlara bıraktı, rahatladı. Şimdi çırpınma sırası bende:
- Üçyüz yetmişmiş, sayın başkanım.
Bak şimdi, bir kot pantolon nelere kadir; az önce çırpınan, kendini yerden yere atacak diye korktuğum kadın, daha aday bile olamayan adama “Sayın Başkanım!”ı yakıştırıverdi. “Sayın Başkanım!”, bundan daha hoş bir söz düşünülebilir mi? Hatta, büyülü bir söz bu. Yalnızca rakam pey hoş değil. Bu parayla beş takım yolluk alınır ya da üç aylık mutfak masrafı karşılanır sanırım.
Neyse, yolluksuz da yaşanır. Ayrıca “Aç mezarı yok” diye bir söz var. Ama oysuz iş yürümüyor. Üstelik “Sayın başkanım sözü, değil üçyüz yetmişi, beşyüz yetmişi bile alır götürür. He tanrı korusun, kız bir delilik etse, bu sayın genel başkanın kulağına gitse! Alimallah, o başkanlık koltuğuna ilişmeden adamın helvasını yerler. Hem de iştahla.
...
Bu günlerde aday adaylarının tanıtımı amacıyla düzenlenen yemeğin heyecanı içindeyim. Üstelik sayın genel başkan da onurlandıracaklar. Bu ilk karşılaşmamız olacak. Onun gözünde bırakılacak iyi bir intiba öteki aday adaylarından bir adım önde başlamak demek.
Bu yemekte yaşanacaklar, sayın genel başkanın yanı sıra beldemizin önde gelenlerinin gözünde de çok önemli. Öyle ki, parti ileri gelenleri “Hah işte, sayın genel başkanın adamı bu. Genel başkan işaretini verdi. Artık beldemizin belediye başkan adayı belli. Başkaları ile vakit yitirmeyelim” diyebilsinler. Siyasette bir gün bir gündür. Vakit yitirmeden çalışmalara başlayıp, karşı partilerden bir adım da önde olmak gerek.
Parti için yaptığım fedakarlıkları, harcadığım paraları sayın genel başkana ayaküstü anlatamayacağıma göre, güzel bir görüntüyle, basına verilecek güzel pozlarla öne geçmem gerekiyor. Bunun yolu da sayın genel başkana daha yakın olmak, birlikte resimler çektirmek. Kimi kendini bilmezlerin yaptığı gibi, kene örneği yapışmak bize yakışmazsa da, pek uzağında da durmamak gerek. ...
Yemekteyiz. Selamlaşma anında estetik bütünlüğü de korumuş olmak için önümdeki yiyeceklere dokunmuyorum. Aslında kimse de dokunmuyor. Yiyeceklerle bakışıyoruz.
Bu arada, sayın genel başkanın gelişi gecikiyor. Geciktikçe açlık duygusu artıyor. Bir ara eğildim, ayaklarımın arasına koyduğum çantayı karıştırdım; biküvi, çubuk kraker, incir filan kalmış mı? Eser yok. Hanım her zaman bir şeyler atardı çantaya “politikacı seferidir, aç kalmayasın” derdi. Genel başkanla yemek yenecek deyince “Zaten yemeğe gidiyor, aç kalmaz” diye düşünüp hiçbir şey koymamış.
Çantadan bir şey çıkmayınca, kapatıp, başımı masanın altından çıkardım. Çıkarırkan “Ne yapıyor bu adam” diye bakan var mı diye sağa sola baktım. Uçuca birleştirilmiş sekiz on masa bomboş. Beyaz örtünün üstüne dizilmiş soğuk mezelere hiç dukunulmamış, tüm güzelliğiyle öylece duruyor. Sanki herkes salonu terk etmiş. Ancak o an bir inanılmaz daha gerçekleşti. Başlar, masaların altına çokça uçan balon bağlamışlar da bir anda iplerini kesivermişler gibi, uçuşmaya ve uçan başlara bağlı eller, masaların üstündeki güzelliği helak etmeye başladı. ...
Restoranın giriş kapısında bir kıpırdanma başlayıp, alkış tufanı da koptuğunda soğuk mezelerin eser halindeki görüntüleri hiç de estetik durmuyordu. Ancak, açlıktan “Ulan!” lı, “Herif!”li sözcükler barındıran tümceler, yerlerini “Sayın”lı, “Kendileri”li olanlara bırakmıştı.
Sayın genel başkanın neyimizi kutladığı anlaşılmıyordu ama, sıradan herkesi iki yanaklarından öperek kutluyordu. İlk önce parti öndegelenlerini kutladı, sonra doksan derece dönüp bizim masaya yöneldi. Hem de upuzun masanın neredeyse en dibinde oturduğum halde bana doğru gelmeye başladı. Benim durumum da, içtiğim su soluk boruma kaçtığından çok kötü; atıştırdığım soğuk mezeleri püskürdüm püsküracağim. Kendimi tutmaya çalışıyorum. Bir yandan da sayın genel başkan üstüme geliyor. Gelişi o denli hızlı ki, uzun boyunun altındaki kocaman pergeli andıran bacakları ile adımları sanki üçer beşer atıyor gibi. Biri sayın genel başkanın kulağına, “Şu karşıdaki gri takım elbiseli cengaver var ya, işte o partimizin en değerli adamıdır. Önce onu tebrik et” demiş gibi, yüzlerce kişiyi bıraktı, üstüme geliyor. Çıkarmak üzereyim. Sesim çıkmıyor. O halde, içimden “Üstüme gelme sayın genel başkanım” diye yalvarıyorum. Geliyor. “Gelme genel başkan!” , “Gelme be!”, “Gelme ulan!” Geldi. Mengene gibi elleriyle elimi sıktı. Sağ yanağımdan öptü, ama solu öpmek kısmet olmadı.
...
Salondaki herkes şaşkınlık içinde bana bakıyor. Genel başkanını tepeden tırnağa yıkayan adam görmek hayatta kaç kişiye kısmet olur?
Artık bitti. Başımı ikellerimin arasına aldım, bir şey inceliyormuş gibi masaya bakıyorum. Kabahat işlemiş çocuklar gibiyim. Yabana giden emeklerimi düşünüyorum. Artık ne çalışmalarım bir işe yarar, ne de onca yıl yemeyip içmeyip parti için harcadığım paraların bir yararı olur. Özür dilemek, o hiç bir işe yaramaz. Sayın genel başkan onca aday adayının arasından, yüzüne püsküren beceriksizi mi işaret edecek “Öhöm öhöm, adayım budur” mu diyecek?
...
Genel başkan salona dönünce ilginç bir şey daha oldu. Nedense yine bizim masaya yöneldi. Hatta yine benim üstüme üstüme geliyor. Yine aynı hızla. Yandım!
İki olasılık geliyor aklıma. Ya hiç bir şey olmamış gibi kutlamaları kaldığı yerden sürdürecek, ya da çok küçük bir olasılıkla canı yine kostüm değiştirmek istiyor.
Geldi, elimi sıktı:
- Çok heyecanlısın. Heyecan iyidir ama, biraz sakinleşmelisin.
- ?
- Hakkında övgüler dinledim...
İçimden “Biriyle karıştırıyor ama, haydi hayırlısı” derken
sayın genel başkanın aklına çok önemli bir şey gelmiş olmalı:
- Haa, dedi, partili Hüsniye hanım sana adeta tapıyor. Kızını ölümden kurtarmışsın. Onu anlattı geçende.
İçimden “Hoppala, ben hiç kimseyi bir yerden kurtarmadım. Ben beceriksiz bir belde belediye başkanlığı aday adayıyım. Gerçi onu da yüzüme gözüme, hatta sayın genel başkanın üstüne başına bulaştırdım ya” diye düşünürken, sormadan da edemedim:
- Sayın genel başkanım, bir yanlışlık olmasın. Kimin çocuğunu ölümden kurtarmışım, bu Hüsniye hanım da kim?
Sayın genel başkan tebessümle sırtımı yepti:
- Bu denli mütevazı olma sayın adayım! Hüsniye hanım işte, Pakize kızımızın annesi.
- Anımsadııım! Pakize'nin kot pantolonu.”