Şimdi başlayacak yine “Abim askerlik geldi çattı. Malum yol parası. Biraz katkı! Kulaklarımı uğuldatan zurna sesi eşliğinde elliliği davulun ipine iliştirdikten sonra kısa bir sessizlik olacak. O, on günde bir askere giden en öndeki devam edecek “Abicim biraz da kayıntı için gör.” Ben yine “Kayıntı da ne oluyor?” diyeceğim. Açıklayacak “Kayıntı da ne oluyor”u var mı, ağabeycim. Yolda acıkmayacak mıyız?”
Ben otobüslerin mola yerlerinde “Kahvaltılar şirketten” dediğini anımsatacağım, ama boşuna konuşacağım, o da üç gün önce soyulup dilimlenmiş salatalıkların yenemeyeceğinde ısrar edecek. Eh artık, kapı dışarı edemezsen salatalıklık sende kalsın, davulun ipine bir yirmilik daha iliştirilecek.
Davul zurna ortalığı inletiyor, bir ara zurnacı tükürüğünü mü yuttu ne, bir sessizlik oldu. Hemen soruyu yapıştırdım:
-Şimdi siz hepiniz mi askere gidiyorsunuz?
Arada bir benden yaşlısı var onu gösterdim:
-Deden de mi gidiyor?
Güldü; eli bayraklı sürekli askere giden:
-Ne askerliği başkanım, bıraktığım yerden okula başladım. Askerliği ertelettim.
Bak sen, ne okulu okur bu?
-Hangi fakültede okuyorsun bakayım?
-Daha oralara gelemedik başkanım, kısmetse bu yıl üçe geçeceğim.
-Açık lise mi?
-Daha oralara da gelemedik başkanım, ilkokuldayız kısmetse.
İkide birde de başkanım, diyor. Bunlar benim belediye başkanlığına aday adayı olduğumu öğrenmiş olmasınlar! Öyle ya, felaket geliyorum, demez.
Korkunun ecele faydası yok. Öğrenmişler. Bu arada eli bayraklısı bir kaş göz işareti yaptı, dördü birden üstüme üstüme geliyor. Biliyorum havaya kaldırıp hoppala yapacakla da, benim dört tane bacağım yok ki, ikisi yeterdi. Bir süre sokağa çıkarıp gezdirip dolaştırdılar. Neyse ki dükkana dönmüştük; bağırış çığırış aşağı indim. Bir daha kaldıramasınlar diye de çekmecenin sapına sıkıca yapıştım.
Bu adaylık işi de, ne asker uğurlamasına benziyor ne de başka bir şeye. Bambaşka bir eziyet. Belediye başkanlığı koltuğu bağışlayacaklar sözde. Babası adama dünya kadar mal bağışlasa bu kadar zahmet vermez.
Askerliğini erteletip eğitimine devam eden eli bayraklısı öne geçti yine. “Seçimden sonra yine okulu bırakıp askere gidecek misin?” diye sorayım, dedim, vazgeçtim. Öyle ya yanıtı belli soru, sorulur mu?
Ben sessiz kalınca, o başladı:
-Bu kez yol parası istemiyoruz, sayın başkanım.
Bak sen!
-Yayan mı gideceksiniz?
-Oylar okulda kullanılıyor, üç adım yere otobüs mü kaldıracağız? Başkanım da üzülmesin, parasını har vurup harman savurmasın, dedik.
-O zaman bir şey istemiyorsunuz?
Eli bayraklı ile davulcu, zurnacı bir bakıştılar, dönüp bir de arkadaki kalabalığa baktılar. Eli bayraklı yine söz aldı:
-Yok da, biraz kumanya hazırlasak fena olmaz başkanım. Malum seçmen kuyrukta, akşamlara kadar.
-Peki seçmen oyunu kullanıp evine gitmiyor mu?
Buna hep birlikte şaşırdılar. Eli bayraklı:
-Olur mu hiç, biz oyumuzu kullandıktan sonra yine sıraya gireriz. Bunun yaşlısı var, hastası, sakatı var. Hemen koluna girer, oyunu senin gibi güzel abilerimize verdirir, yine kuyruğa gireriz. Akşama kadar aç acına olur mu?
-Doğru. Peki ben size kumanya göndereyim, kaç kişisiniz?
-Üç yüz kişiyiz de, sen kumanya gönderme. Gelmeyen filan olur yabana gider. Artan kumanyayı getirsek yiyemezsin. Sen en iyisi nakit ver.
Üç yüz kişilik kumanya da iyi para tutar doğrusu.
Ha hı dedik ya, tezahürat başladı:
-Seni Ankara’ya yollamaya ant içtiiik!
Hay Allah, seçim belediye başkanlığı seçimi ama, niçin Ankara?
Karıştırmış olmalılar:
-Ama bu belediye seçimi, Ankara değil.
Dinleyen kim. Bu heyecanla beni Yozgat belediye meclisine sokarlarda hiç şaşırmam.
Bir ara çok bağırmış olacağım, duydular. Ama, yine de kararları karar:
-Seçmen isterse yollaaar, kimse engel olamaaaz!
Arada biri de haritayı şaşırdı:
-Ankara’dan öteye İstahbul’a bile yollarız.
Seçmen bu, isterse yapar.