Ülkemizin 12 Eylül 1980 darbesinin uzanan günlerdeki halini çoğunuz anımsarsınız; terör almış başını gitmiş, ölüm korkusundan, neredeyse sokağa çıkılamaz olmuştu.
Alıp veremediği hiçbir şey olmayan onca genç insan birbirine can düşmanı kesilmiş, darbenin yapıldığı ana kadar adeta bir savaş ortamı hüküm sürmüştü.  Sen misin sağcı, al sana; solcusun ha geber!
Ve bir anda her şeyin sütliman olduğu darbeden sonra öğreniliyordu ki; sağcısına da solcusuna da silahı satan aynı kişiler.
Ve Sam Amca, darbe ile ilgili o veciz sözünü söylüyordu, “Bizim Çocuklar iyi iş başardı.”
Evet, Sam Amca’nın o çocukları kimse, iyi iş başarmışlar; Türkiye’nin yükselişini durdurmuş, demokrasiyi askıya aldırmış, geri gidişi başlatmışlardı.
                                                                 …
Amaç neydi? O ünlü 24 Ocak 1980 kararlarını uygulamaya koymak. Bunun için engel olan toplumsal güçleri tasfiye etmek. Bunu gerçekleştirmek için bir terör ortamı yaratmak, halkımızı birbirine kırdırmak.
Nitekim yaptıkları bunları;  adeta sinsi sinsi ölümü gösterip, hastalığa razı ettiler.
                                                                 …
Bugün oynanan oyun da aynı oyundur.
Bir yandan bölünme anayasası hazırlıkları, buna koşut olarak da bölünme anayasasının hazırlıklarını hızlandırma amaçlı canavarca terör eylemleri.
Sen misin Büyük Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti yerle bir etmeyen; ülkesini paramparça edecek, varını yoğunu küffara peşkeş çekmeye sebep olacak bölünme anayasasını çıkarmakta gerekli sürati göstermeyen.  Al sana terör, al sana kan, al sana ölüm.
Amaç, güneydoğuda bir kukla devlet oluşturmak, o kukla devlet vasıtasıyla doymayan iştahlarıyla tüm Ortadoğu petrolüne hükmetmek değil mi?
                                                                 …
Peki sonuç ne olacak?  Buna Atatürk’ün Gençliğe Seslenişinden başka bir yanıt bulamıyorum. Atam ne diyordu “Gençliğe Sesleniş”inde:
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927”
                                                                                   …
Oyun aynı oyun, ama Türk Gençliği Büyük Atatürk’ün seslendiği, güvendiği gençliktir; yılmak yıkılmak yok. Onun önünde ne iç düşman dayanabilir ne de dış…