NOT:  Ramazanı, bayramı geçtik; insanlarımız tatil yerlerini doldurmuş durumda. Tatil para demek kuşkusuz. Peki, bedavaya getirilebilir mi, ne dersiniz? Ben denemeye kalkıştım, aşağıdaki gibi geçti:

 

Yaz ayağını salladı mı, tatil sözcüğü daha bir sevimlilik kazanıyor.  Yazla tatil kardeş gibi. Tatil deyip geçmeyin, çok önemli; yapılmadan olmaz. Ama, yapılınca da şöyle ucuzu, huzurlusu, keyiflisi aranıyor.

Araştırıp  soruştururken, eski komşulardan Erhan abi denk geldi. Görüşmeyeli işleri çok ilerletmiş. Üç katlı lüks bir de yazlığı varmış. Kendileri bu yıl gitmeyeceklermiş; biz gidip güzel bir tatil yapabilirmişiz. Öyle, bir hafta da değil; kalamayız da, istersek aylarca kalabilirmişiz.

Haberi verince, bizim evde bir sevinç bir heyecan. Sevinmek de yerden göğe kadar hakkımız; şans denen şey insanın yüzüne, gülse gülse bu kadar gülebilir. 

 Yalnız Erhan abinin bir isteği var. Eşleri dostları çokmuş. Biz oradayken  ahbaplarından gelen olur da bir kahve ikram edersek çok sevinirmiş. 

 Bak şimdi! Öyle şey mi olur?  Bir zamanlar “Binmeyeceği eşeğin önüne ot atmaz!” diye eleştirilen Erhan abi, yararlı bir insan olmuş, onca para sayıp kocaman turistik villa satın almış, bizi de oraya istediğiniz kadar tatil yapın diye göndermiş; bir fincan kahvenin lafı mı olur.

 Hazır üç katlı villa, çevremizdeki tatil özürlüleri araştırdık; alışkanlık yok ya, bir kayınbiraderi ayartabildik. Eş, oğul, kayınbirader dört kişi sabah erkenden yola koyulduk.

 

Usta şöför kayınbirader sayesinde umduğumuzdan çok önce villaya vardık. Ama, işimiz biraz zorlu. En başta bahçe; kapılara kadar belediye çöplüğü gibi. Neyse ki, işin ucunda “Bedava Tatil” var. Bu kadarcık zahmeti olacak. Hemen dört koldan temizliğe giriştik. Bir kıyıdan kayınbiraderle ablası, öteki kıyıdan oğlanla ben. Oğlan ikide bir “Fahri temizlik işçisi yazılsaydık bari” diye sızlanıp duruyorsa da “Oğlum, bedava tatil her zaman bulunmaz” diye diye yatıştırıyorum. 

Bina giriş kapısı kırılmış olmalı yenisi takılmış. Kapının kıyısından itibaren sıkmalı boya ile kocaman bir de yazı yazılmış, “efsiz!” Önce bir anlam veremedim; sonra düşününce Erhan abinin insan sevgisini, iyilikseverliğini bir kez daha takdir ettim. Bu yazı aslında “evsiz” olacak. Harf yanlışlığı yapılmış. Demek istiyor ki “Evi barkı olmayan, sokakta kalmış garipler gelsin, burada barınsın.” Tabii gelen giden, barınan yoksul çok olduğu için kapı da kırılmış. İyilik perisi Erhan abi durur mu? Sonradan gelecek yurtsuz yuvasızlar için kapıyı yeniletmiş. Aklıma daha mantıklı bir açıklama gelmiyor.

          …

 

Biz yolun uzunluğundan korkarken, erkenden varıp öğleye kadar bahçe  temizliğiyle, öğlenden akşama kadar da içerinin kaba temizliğiyle uğraştık. Akşamlar oldu; artık birer kahveyi hak ettik, derken kapının önünde son model bir araba durdu. Hani o birer kahve için uğrayabilirler, denilen ahbaplardan olmalı. Onlar da bizim gibi dört kişilik bir aile. “Ooo güzel, tertemiz, hıımm!” diye diye kapıdan girdiler.  

Bedava tatili kıstırdık ya, adamın dostlarına da gereken konukseverliği  göstermek şart oldu. Hep birlikte kahvelerimizi içtik. Yalnız konuklar bizi çok sevmiş  olacaklar, gitmeye niyetli görünmüyorlar. Neyse canım, şurada bedava tatil yapıyoruz.

Akşam yemeğini de birlikte yiyelim, herhalde “Bize müsaade” diyecekleri bir saat vardır. Yüzsüzlük yapacak değiller ya.

            …

 Bu arada çocuklarından birinin uykusu gelmiş yatacak yer sordular. Bina zaten bomboş, hanım götürüp ikinci kata yatırdı.  

Bizi çok sevdikleri anlaşılan konuklar, o gün kaldılar. Hem Erhan abinin bize gösterdiği insanlığa karşılık vermek, hem de özel konukseverliğimizi göstermek için olabilecek en üst düzeyde ikramda bulunduk, hizmet ettik. 

                                               …

Ertesi sabah hep birlikte kahvaltıya oturmuştuk ki, kapının önünde bir araç daha durdu. Ardından bir ses “Biri bavulları alsııın!” Anlaşılıyor ki, Erhan abinin bir yakın dostu daha geldi. Kayınbiraderle oğlana kaş göz işareti yapıp, yardım etmelerini istedim. İkisi de huysuzlana huysuzlana bavulları taşıdılar. Çocuklar da haklı aslında, şurada bir acı kahvemizi içip gideceksiniz. Bavul taşıtmanın ne alemi var. Hırsızdan korkuyorsanız arabanıza alarm taktırın. 

Neyse, hazır kahvaltıya başlamışken onları da davet ettik. Onlar da, uygun bir yer bulamamış olmalılar, bir şey yememişler. Erhan abinin daha sıkı fıkı ahbapları olmalılar, rahat davranıyorlar. Çok da uzaktan gelmişler, hemen birer yatacak yer istediler. Onları da üç katlı villanın, en üst katında yer gösterdik. Kahvaltıyı alelacele yapıp yatmaya çıktılar. Nasılsa bedava tatil bulmuşuz, üç beş kişiyi yedirip yatırmanın lafı da olmaz artık.   

Her ne kadar hanım mutfaktan çıkamaz, çocuklar alışverişten, konuklara  hizmetten kıçlarını yere koyamaz oldularsa da, ucunda bedava tatil olunca, böyle şeylere katlanılıyor. 

 

            …

İkinci gece birazcık sıkıntılı başladı. O sonraki gelenler var ya, onlar da bir kahve içimi uğramışa benzemiyorlar. Önce “Biz yatmaya çıkıyoruz” dediler; arkasından haber gönderdiler “Sabah kahvaltısını odamızın balkonunda alırız.”

Açık açık sıkılmaya başladık desem, inanır mısınız? Hele kayınbirader, zaten sinirli çocuk “Hepsini kovacam!” diye tutturuyor, zor sakinleştiriyorum.

 

                                                               …

Ben bizimkileri “Ayıptır, günahtır” diye yatıştırmaya çabalarken kapının önünde bir araba daha durdu. Hem bu limuzin gibi bir şey, Erhan abinin diplomat tanıdıkları da olmalı, arabanın içinden yedi sekiz kişi birden çıktı. 

Bunlar da bir gece kalalım derlerse yandık. Ne yatak yeter ne yiyecek.   Gerçekten, bir süre sonra baktım, kalıcı gibi davranıyorlar. Bu iş böyle olmayacak; en alt katı  da onlara tahsis ettik. Sonunda götürdüğümüz çarşaflardan, yaygılardan bahçeye bir çadır  kurduk, yerleştik. Artık hanım mutfakta tatil yapıyor, çocuklar alışverişte. Yalnızca, hizmet  için binaya girilebiliyor. Ben kahya gibi, çadırın yanına bir sandalye attım, hizmet kusuru  olmasın, diye denetim yapıyorum. 

Konuk sayımız oldukça kabarık. Yenmiş içilmiş önemli değil de cepteki paralar suyunu çekiyor.

Bedava tatil olmasa çekilecek gibi değil. 

 

            …

Bu arada bizim konuklar yüzsüzlüğü iyice ele aldı. Çocuklar alışverişteyken de

ikram istiyorlar. Bu durumda garsonluk bana düşüyor. Aman biraz gecikmeyeyim, hemen

“Hizmet kötü, personel zayıf” diye şakalara başlıyorlar.

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, konukluğun da bir ölçüsü, süresi olur değil mi? Bunların gitmeye hiç mi hiç niyetleri yok. Ver yesin, yatır uyusun hesabı keyif yapıyorlar. Sanki bedava tatile biz gelmemişiz de onlar gelmiş. 

 Hanım ekmekarası yapsın dedim, olmazmış. İlle de hamburger.   

Konuk umduğunu değil bulduğunu filan diyeceğim, olmaz. Ne de olsa tanrı konuğu bunlar. Biz de kırk yılda bir bedava tatil fırsatı yakalamışız.

Yalnız bazı katlanılmaz oluyorlar. İkinci kattaki adam kayınbiraderi yanına  çağırmış “Hani animasyon, nerdee!” diye bağırmış. Kayınbirader de adamın söylediklerinden  ne anladıysa üstüne yürümüş. Zor yatıştırmışlar. Hatta yatıştıramamışlar bile, günlerce  “Herkes animasyonu soruyor, hiç babimasyonu soran yok!” diye söylendi durdu.

 

            …

 

Biz bu konuklara gereğinden çok mu yüz verdik bilmem? Adamlar konuk olduklarını unutup başımıza efendi kesildiler. Beşinci gündü sanırım adamların üçü birden yanıma geldi. Önemli konularda görüşme yapacaklarmış. İlk sözü girişteki son gelen aldı:     

- Mehmet efendi, sen sınırsız içkiden ne anlıyorsun bakayım?


Hayatımda hiç böyle soruyla karşılaşmamıştım. Ne denir şimdi bu adama?   Aslında benim çocukluğumda bir Emin amca vardı. Her gün içer, körkütük, düşe kalka   kapının önünden geçerdi. Acaba öyle rezillikten mi bahsediyor. İçkiyi ölçülü içmek gerekir mi demek istiyor. Hiç bir şey anlamıyorum. Ama o devam ediyor:

- Ben anladım, daya kasa kasa birayı, neymiş efendim, sınırsız içki. Üç günde göbek bağladım yahu. Bunun rakısı var viskisi var. 

Ötekiler de yerden göğe kadar haklısın, işareti yapıp harfi harfine onaylıyorlar. Sonra sözü en üst kattaki aldı:  

- Çocuklar deniz istiyor, cankurtaran yok. Verilen hiç bir söz tutulmadı. 


Şimdi ben bunlara ne sözü vermiş oldum? Bir kahve diye geldiler, çakılıp kaldılar. Acaba hoş geldinizi çok candan söyledim de, “Gelin size paşalar gibi tatil yaptırayım” mı anladılar? Geleli beş gün oldu cepte kuruş kalmadı, karta dayandık. Beş gün daha kalırlarsa, kredi kartı mağdurları sıralamasında dereceye gireceğim.

 Ben böyle kendi kendime sitem ederken ilk gelen söz aldı:

- Olmuyor! Servis kötü, açık büfe yerine ölmeyecek kadar ıvır zıvır. Ama ben anladım, giderden kısıp üstümüzden haksız para kazanıyorsunuz. Biz de sizi insan yerine koyup masamıza kabul ediyoruz. Yazıklar olsun!

 

            …

Bir şeyler dönüyor ama, haydi hayırlısı. Bu son sözler de yenilecek yutulacak türden değil. Bu kez ben “Biz konukseverliği hakkıyla..” demiştim ki, sözümü kesti:

- Öyle ya beyefendi; bir çuval paraya, bir kahve ikram edip uğurlasaydınız bari. 

Ben şaşkınlıkla “Ne parası?” demişim ki, çıkarıvermediler mi Erhan abinin hesabına yatırdıkları yüklüce para makbuzlarını.

 

                                                                       …

Meğer adamların hiçbir sözü şaka değilmiş. Hemen Erhan abiyi aradım,  telefonu geçici olarak servis dışı.  

Artık toparlandık dönüyoruz, baktım keyınbirader kapının sağına doğru  yazılmış “efsiz” in önüne bir şeyler yazıyor. “Ne yapıyorsun?” dedim. “Kulübedeki kırık  kapının üstünde ‘Şer’ yazıyordu, onu tamamladım” dedi.      

 

[email protected]