Payitahtta suların dinmek bilmediği günler, geceler birbirini kovalamaya başladı, saltanatın ikinci yılında. Elle tutulur bir icraat yapamamanın yanı sıra, boşalan hazineyle de başı derde giren Sultan çareyi, biraz soluklanarak sefere gitmekte bulur. Zira padişah o denli perişan haldedir ki, tebaası ile başı çözülemez dertlere giriftar olmuştur.
Payitahtın göbeğinde yapmak istediği yeni akaretlere başkaldıran kimi kulları, sultanı hem kadıya şekva etmişler hem de padişaha isyan eder derecesine ayaklanmışlar. Padişah ki koca Osmanlı Sultanı, bir avuç çapulcuya pabuç bırakır mı? Ne kadıya gitmiş şikâyete ne de inzibata haber vermiş. Takmış beline kılıcını yallah gitmiş asilerin karşısına. Bir güzel de dizmiş hepsini karşısına ‘Herkim ki bana asilik eden, huzura gelsin şekva etmeye’ diyerek azarlamış da azarlamış. Padişahın debdebesi karşısında sinmiş gibi duran asilerde sinecek göz var mı? Soluğu hemen de kadının yanında almışlar. Neyse, onları orada bırakalım, sonra yine döneriz.
Padişahın derdi kaçmak iken, saltanat sınırlarının bir ucundaki Pargalı’nın yanına bir an önce gitmek iken, kimi taht heveslilerinin gözü de Sultan’ın mühründedir. Malum, ‘Mühür kimdeyse Süleyman O’ demiş eskiler. Zira, bir saat bile olsa Sultanlık Sultanlıktır.
Bizim Sultan’ın atalarından birisinin karşısına bir gün halktan biri dikilir, başlar yalvarmaya, ‘Padişahım, ne olur, bana bir an için bile olsa, sultanlığı verin. Hiç olmazsa, siz havaya zıplayıp, ininceye kadar ben padişah olayım’ diyerek yalvarır. Padişah bir yandan güler, diğer yandan düşünür, ‘Yahu ben havaya zıplayıp yere ininceye kadar ne yapabilecek ki’ diyerek. Tebaasından sevilen bu garibin isteğini kırmaz ‘Peki’ der, ‘Şimdi ben havaya zıplayacağım, yere ininceye kadar sultan sensin’, ‘Bismillah’ ve zıplar.
Diğeri sultanlığın kendisine vekil bırakıldığı o mübarek anda birden galeyana gelir ve ‘Bursa kestaneliklerini vakfettim’ deyiverir. Padişahın ayakları yere değdiğinde artık çok geçtir. Ucu bucağı görünmeyen kestanelikler, karşısındaki bu garibe vakfedilmiştir. Gayri kabili rücu, kabul edilir…
İşte bu yüzden gözler mühürde, kulaklar sultandadır. Zira Sultan, payitahttan her ayrılışında mührü de tahtı da Sadrazam Yollukçu Hamdi Paşa’ya bıraktığından mütevellit, diğer sadık divan üyeleri arasında bir çekememezlik baş göstermiştir. Özellikle meşveret heyeti arasında önceleri mırıldanma şeklinde tezahür eden tepkiler, derenin üzerinde kahve içilen bir sohbet meclisinde iyice ayyuka çıkmış, yerini homurdanmalara bırakmış. Kimi hazirun firaktan söz eder olmuşlar alenen. İşte böyle bir sohbette, aklıselim bir seyis esip gürleyen divan üyelerinden Topçubaşı’nın koluna girer ve kendisini sükûnete davet eder. Eder etmesine de, o susarken padişah gürlemektedir ‘Bre densiz, adem-i riayet edersin etmesine de, muvazene etmez misin ki heft-i hısımın payitahttan nemalanmaktadır. Bir hısımın hasbahçede, diğer hısımın kapıkulu kethüdası daha neyi istemezük dersin’. Öyle bir gürler ki Topçubaşı çaresiz geri döner, yine biat eder.
İşte Sultan, bu kez Has Oda’dan ayrılırken, mührü Topçubaşı’na bırakmıştır. Kâtibi-i Adil’e de demiştir ki ‘Üç gün saltanat, Topçubaşı’na emanettir, diğer üç gün ise…’. Evet, diğer üç gün de hiç umulmadık bir insana, geçmiş zamandaki başkaldırıların samimiyetsiz mimarı Adliye Nazırı’na bırakılmıştır. Zira o, yeltendiği başkaldırı esnasında Padişah’ın mübarek sesini duyduğu anda niyetinden caymış, güvenilir bir kul olduğunu ispat etmiştir.
Sözün özü, fetret devrinin devam sinyalleri her daim ve her yandan gelmektedir. Kendi aklını herkesin aklından ve en önemlisi ortak akıldan üstün tutan Sultan 1. Yarmagül, Osmanlı’nın gelişmesine engel olmaya devam etmektedir.
Hey gidi koca sultan heeeeey. Bilmez misin ki nice padişahlar geldi geçti bu saraydan. O saray ki Sultan Süleyman’a kalmamış sana mı kalacak diye söyleyen olmadı mı sana? Ağzına bir kaşık bal sürdüğün vezirlerin mi kurtaracak seni bu makus geleceğinden? Diye soran olmadı mı hiç? Bir değil de birkaç tane daha okkalı divan üyesi çıkıp ta ‘Bre mel’un, haddini bil’ demediği için midir bu pervasızlığın? ‘Sen bir gün o Osmanlı’nın kültürel mirasına sahip çıkmak için kazdırdığın dehlizlerde boğulup gideceksin’ demediler mi sana?
Derleeeer gülüm, gün gelir helvanı yerler ‘Gene malzemeden çalmış mel’un’ diyerek hem de..
Sen iyisi mi halkın huzuruna gel, gel gel gel hiç acımıycak, söz!