Kimse kusura bakmasın, bu yazımda bizim Ödemiş’e has bir hastalıktan bahsedeceğim.
            Tembellik…
            Bilmiyorum Tire, Bayındır, Kiraz gibi komşu ilçelerde durum ne alemdedir. Ama bizde; her yaş gurubunu içinde barındıran kanser gibi bir virüs tembellik.
            Çok sevdiğim esnaf bir arkadaşımızın yanına gitmiştim.Bilgisayarlarının başında çalışıyorladı.. Tam ben de fazla meşgul etmeden müsaade isteyecektim, 25-30 yaş arası bir delikanlı geldi. Tabii tembellikten üşengeçlikten kesilmeyen pis sakallı! Daha önce Ödemiş’te çalışmış. Üç yıl önce İzmir’e taşınmışlar. Anne-baba her ikisi de çalışıyormuş. Ben dinliyorum, altından çıkacak tembellik hikâyesinin çıkacağını tahmin ederekten.
            Ne iş yaptığını sorduk. Cevap: Bir yıldır işsizim. Annenlerle mi oturuyorsun? Hayır ayrı yaşıyorum! Buyur burdan yak! İzmir gibi yerde, meteliksiz dolaşacak değil. Mutlaka aileye yük. İzmir’de hayat pahalı dedi. Belki de evli, orasını söylemedi. Şimdi hani derler ya; taşı sıksa suyunu çıkaracak. O yaşta ve fiziki yapıda kendisi. Anasının, babasının başına dert mutlaka. Allah bilir kira ödeyecek durumu da yoktur. Ödemiş yaşamak için daha elverişli dedi. Söze girmesem patlayacağım.
Çalışmak ister misin? dedim. Ödemiş’te pek çok süt ürünleri mandırası var, diye içimden geçirdim. Pek çoğunun sahibi de tanıdık, dost. Herhalde birine nazımız geçer, bu genç oğlanı işe sokarız niyetiyle.
Mandırada çalışır mısın? diye sordum ve ekledim, sanki iş hazırmış gibi. İlk etapta belki asgari ücret alırsın ama zamanla artar diyecek oldum. Bir-iki gün kalıp İzmir’e döneceğim diye bizim çocuklara veda edip çekti gitti. Bana cevap bile vermedi. Şişko Ergün’ün literatürümüze soktuğu bir küfür var.
Dilimi s… diye, aklımdan geçirdim yutkundum, kendi kendime söylendim, böyle sözlerin bize asla yakışmayacağı utancıyla. Elin tembeli için.
            Saygıdeğer okurlarım. Bu yanlışın neresini düzeltirsiniz? Size soruyorum…
            Mandıra deyince çok sevdiğim bir evlâdımı, onu özlediğimi düşünerek hatırladım. Ulushan Mandıra’da çalışıyor. Kendisini yazları Gölcük’te dedesinin peynirci dükkânında çalışırken tanıdım. Temiz yüzlü tam esnaf kıvamında iyi aile çocuğu. 16-17 yaşlarında. Terbiyeli, saygılı.
Okuması için çok nasihat ettim. Ama o büyüklerini dede mesleğinde çalışacağını ikna etti. Dostum olan dedesi de, Ulushan Mandıra’ya verdi. Orada tulumlara peynir basıyorlarmış. Kısa zamanda kendisini patronlarına ve ustalarına sevdirmiş olmalı ki, yazları 2-3 ay dedesine yardım etmesi için izin veriyorlar. Bu zaman için de sigorta primlerini yatırıyorlarmış. Helâl olsun böyle patronlar da varmış. Benim kendi eczanemizi açmadan çalıştığım eczane sigorta için o yıllarda çok düşük rakamlarda olan primlerimi, ayda 10 gün çalışıyormuş gibi göstermiş. Geçmişte, beni tanıyan SSK’dan bir müfettiş kayıtlar bilgisayara aktarılırken fark etmiş, usulsüzlüğü, hakkımı aramamı öğütledi. Bir dilekçe yazman yeterli diye. Şikâyet, mahkemeler falan bize yakışmaz dedim. Büyük hesabın görüleceği güne bıraktım!  Bu vesileyle içime dert olan bu konuyu siz değerli okurlarımla paylaşmış oldum. Bunu şunun için yazdım. Günümüzde artık, iş sahiplerinin, çalıştırdıkları işçi için daha az gün prim yatırmak gibi konulara devlet müsaade etmiyor. Ne patronlar var deyince aklıma geldi. Neler çekmişiz diye. Yıllarca beş gün ara ile tutulan ve ertesi gün yarım saat için dahi uyuma fırsatı olmayan, geceli gündüzlü 36 saatlik mesai dile kolay. Hem de ayda 5-6 defa yaşanan bir durum. Ve de yıllarca süren.
            Gölcük’teki peynirci, kendisine genç iş adamı diyorum artık, adı Talip. Allah bütün gençlere ondaki çalışma azmini nasip etsin. Haa Talip, yaza rastlayan Ramazan günlerini oruçla geçiriyor. Beş vakit namazını da yazları Gölcük’te Cumaönü Camii’nde kılıyor. Saygıdeğer okurlarım. Çocuklarımızı, torunlarımızı yetiştirirken, iyi hasletlerle donatalım. Onları daha 11-12 yaşlarında iken yazları çıraklığa verelim. Sabah işi için erken kalkmayı çalışma hayatının icaplarını ve zevkini tatması için. Çalışma azmini aşılayalım. İnanın onların faydasına olacaktır. Kız çocuklarımızı mutlaka okutalım, okuyanlara destek olalım, yardım edelim. Okumayan çocuğumuzu mutlaka bir meslek sahibi yapalım. Tembelliğin kötü bir şey olduğunu anlatalım.
            Tembelliğe dönersek; örnek, istemediğiniz kadar. Sayayım. Cafe denen yerler var şehrimizin pek çok semtinde. Mesai saatlerinde bile dolu, çoğu sözde öğrenci. Ellerinde 600-700 liralık internet ve daha nice teknolojiyi içeren telefonlar. Faturalar babaya tabii, bu gün, el bebek gül bebek büyütülen, yarının bahtsız, işsiz güçsüz zavallı nesli. Bunların bazıları cafe yerine parklarda üzerlerinde okul üniformaları ile kızlar ve düşük kravatlı lâcivert ceketli 16-17 yaşında oğlanlar ile sevişiyorlar. Böyleleri yüzünden, sağlığım için elzem olan yürüyüşlerimi bıraktım.
Zira dışarıda insanın başının derde girme ihtimali yüksek.
            Bunları yazarken bile utanıyorum ama anne babalara ikaz olsun diye yazmaya mecbur hissediyorum kendimi. Stadyum’un arkasındaki Çamlık’ta son yürüyüşümde, 10 tur attım yürüyüş parkurunda. 16 yaşlarında okul üniformalı bir kız çocuğu ile yine ayni yaşta öğrenci bir oğlan sarmaş dolaş öpüşüyor. 10 tur boyunca istifini bozmadılar oturdukları bankta. Oradan ayrılacakken, önlerinde durdum. Kendilerine, “Ben utandım, siz utanmadınız” dedim. Umurlarında bile olmadı.
Artık Çamlığın semtine bile uğramıyorum. Bunlar geleceğin işsiz güçsüz insanları olacak. Hem ailelerinin hem devletin başına dert olaraktan.
            Bir de şehrimizde, 35-50 yaş kuşağı çalışmayan erkek kesim var. Elli yaşın üzerindeki emekli olmuş kardeşlerime sözüm yok. Bunlara, at yarışı ve şans oyunlarının oynandığı mekânlarda rastlarsınız.
Sayıları da hayli çoktur. Aslında birer meslekleri vardır. İş yok diye bir kelâmı dillerine pelesenk etmişlerdir. Toplumda tufeyli olarak yaşayıp gidiyorlar. İş var. Geçende İŞ-KUR Torbalı Şubesi rakamları açıkladı, işçi arayan firmalar için. Ya iş beğenmiyoruz. Ya asgari ücreti. Tire, Torbalı ve Kemalpaşa fabrika ve büyük iş yerleri çok olan ilçeler. Torbalı’da çok sayıda çalışan her gün işine gidip gelen, Ödemiş’te oturan çok kişi var. Bizim Gazete Patronu Hatice Çavdar’ın eşi geçmiş yıllarda uzun müddet İzmir’de çalışmış ve her gün işi icabı İzmir’e gidip gelmiş. Yeter ki çalışmak isteyelim. Hani yukarıda bahsetmiştim. İşsiz takımını… Böylelerinin ceplerinde annelerinin, Bağ-Kur, SSK. veya Emekli sandığı emekli maaşları için verilen Bankamatik kartları bulunur. Analarının maaşlarını kendileri alır, onlara metelik koklatmazlar. Aralarında annelerini takaze edenleri, dövenleri de duyuyorum, çok üzülüyorum. Baba ölmüş, ana yaşlanmış, huzur içinde muhtaç ele güne muhtaç olmadan, devletin verdiği emekli maaşı ile ömrünün yaşlı ve zor günlerini geçirip, ölümü bekleyecekken, hani yukarıda bahsettim: Bazı, el bebek gül bebek büyütülenler, canavar ruhlara dönüşüyor ne yazık ki. Bunlar çalışmayı asla düşünmeyenler. Ruhunuzu kararttım, özür dilerim.
Çizdiğim bu resimler maalesef Ödemiş’in acı ve gerçek tabloları saygıdeğer okurlarım.
            Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Ödemiş’deki hemen hemen her iş yerinde kadınımız-kızımız çalışıyor artık. Gün geçtikçe kendi işini kuranlar da çoğalıyor. Bunlardan bazıları, eşleri tembel olan ve çalışmayanlara, bir-kaç sene tahammül edip söz geçiremeyenler, basıyorlar kıçına tekmeyi bizim Ödemiş’in tembel delikanlılarına. Boşanmaların büyük oranda sebebi bu. Haa çocuklar diyeceksiniz. Tabii ki annede, tufeyli boşta gezerlerin çocuk falan hiç umurunda olur mu? Hiç tasvip etmediğimiz boşanma sonucu, fakat başka çaresi kalmadığından, mecburen, namuslarıyla geçimlerini temin ederek, dul birer insan olarak hayatlarını idame ettiriyorlar. Çocuklarının tahsil, evlilik gibi yükümlülüklerini de üstlenerek. O asil kadınlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum… ([email protected])