Duymaya alışık olduğumuz fakat görme şansımız pek olmayan bir ifade; temiz siyaset. Kulağa ne de hoş gelir. Ve hemen arkasından gelen yine hoş bir ifade daha temiz toplum. “Temiz toplum, temiz siyaset!” Dolanır durur ağızlarında, birbirinden bağımsız siyaset adamlarının… Özleriz. Özlemini çeker, bekleriz. Bu kadar mı zordur? Ya da bu kadar mı imkânsız? Bilmeyiz. Özleriz. Özlemini çeker, bekleriz. Hiçbir şey dışarıdan bakıldığı gibi değildir. Ve hiçbir şey hayal edildiği gibi güzel… Omuz omuza yükselmek dururken, birilerinin üstüne basa basa çıkmayı hedefler birileri… İspatlamak varken kendini, birilerinin önünü kesmeye çalışır birileri… Kirli planlar ve onun kirli kahramanları. Tamamen kişisel çıkarlar üzerine kurulmuş garip bir politika çemberi. Gerek parti içi gerekse parti dışı bu hep böyledir. Gerçek fikirler ve akılcı politikalar üretileceğine tamamen entrikadan oluşan iğrenç bir fosseptik çukuru. Siyaset mert, dürüst ve sağlam kişiliklerin çoğunun sıkıştırılıp kenara itildiği kaypakların ise kol gezip hükümdarlık sürdüğü bir cenderedir. Vatanı kim neylesin? Söyleyin, Millet kimin umurunda?
 
Eleştiri değil, özeleştiri lazım şimdi. Bu düzeni tartışıp duracağımıza kendimizi şöyle bir sorguya çekelim. Ben ne kadar suçluyum? Ben ne yapabilirdim? Ben ne yapmadım? Dürüstçe cevap verebilmeliyiz. Kendimizi kandırmamalıyız. Ve hiçbir cevap “oy verdim” ya da “oy vermedim” kadar basit hatta komik olmamalıdır.
 
Şimdi dikkat! Ceylan derilerinde değil de ilkokul sıralarında oturan, birbirinden şık devasal avizeler ile değil de gaz lambaları ile aydınlanan, klimalar, kaloriferlerle ısınmak şöyle dursun çatısında kiremidi bile olmayan bir mecliste çalışıp güçlü bir “ulus” inşa eden idealist devlet adamlarını içerisinde barındıran o yüce meclisi kısaca özetlemek istiyorum.
 
“Tamamı Türklerden oluşan ilk TBMM çok zor şartlar altında, fakat demokratik kurallar ile yapılan seçimler sonunda her tabakadan üyenin çatısı altında buluşturulması ile kuruldu. Üyelerin farklı inanç ve görüşleri olsa da tümünün birleştiği tek nokta; memleketin esaretten kurtarılması ve bağımsızlığına kavuşturulmasıydı. Temeli fedakârlık esasına dayanan ilk Meclisin vekilleri yokluklar içerisinde var olmaya çalışan bir milletin temsilcileriydiler. Milletvekilleri Ankara'ya bin bir güçlükle gelebilmişlerdi. Hatta çoğunun da yatacak yeri dahi yoktu. Sekiz ay maaşsız çalıştıkları gibi, bir yıl sonra 100 lira olan maaşlarının %20'sini bütçe açığını kapatmak için yine devlete vermişlerdi. Çok zor şartlar altında bir araya gelen, memleketin bağımsızlığına kavuşması için gerekirse ölümü bile göze alabilen vatansever ve kültür düzeyi yüksek milletvekillerinden oluşmuş bir meclisti. Genç milletvekillerinden oluşmuştu. Yabancı dil bilenlerin oranının yüksek olduğu seviyeli bir meclisti. TBMM kurucu bir meclisti. Bu yetkisine dayanarak, egemenliğin kaynağını tek kişiden alıp, millete vermiş, asırlardır süren saltanatı sona erdirmişti.”
 
Bugün aynı meclis kimlerden oluşuyor? Ne yapıyor ve nelerle uğraşıyor? Bilmeyiz. Biz sadece özleriz. Özlemini çeker, bekleriz. Bu kadar mı zordur? Ya da bu kadar mı imkânsız? Bilmeyiz. Özleriz. Özlemini çeker, bekleriz. İşin garip noktası ki bence en önemli yer burası “Biz, neyi beklediğimizi bile bilmeyiz.”
 
Sevgi, saygı ve selamlarımla…