İslam dini geleneksel algıyı yıkmak için gönderilmiş olup insanlığın söz konusu kültürel formların boyunduruğundan kurtarılıp aklı selim ile düşünmesini ve hakikate ulaşmasını istemiştir.

İslam dini geleneksel algıyı yıkmak için gönderilmiş olup insanlığın söz konusu kültürel formların boyunduruğundan kurtarılıp aklı selim ile düşünmesini ve hakikate ulaşmasını istemiştir. İslam’ın yeryüzüne indiği çağa ve dönemin sosyolojik yapısına baktığımızda; sağduyu ve ahlâkî hassasiyetin gözetilmediği, birlik ve dayanışmanın kaybolduğu, insan onurunun ayaklar altına alındığı, ötekileştirmenin yaygınlaştığı, sınıf kavramının derinleştiği, edep kavramının ve karşılığının içinin boşaltıldığı, köleliliğin ve fâizin hayatın olmazsa olmaz bir parçası kabul edildiği döneme tekâbül ettiğini görüyoruz. Böylesi bir toplumda tabii ki değişim ve dönüşümün son derece zor ve sancılı olacağı âşikardır. Yine çok açıktır ki yeni gelen bu toplumsal düzeni içeren kurallar bütününü savunanların tahmin edilemez zorluklarla karşılaşmasının tasavvuru güç olmasa gerek. Bu doğrultuda Kur’an’a baktığımızda, Muhammed’in (s) ve diğer peygamberlerin kendilerine verilen görevin zorluğu ve bildiri sırasında halktan gördükleri tepki ve kendilerine yapılan zûl sebebiyle yer yer Allah’tan yardım istediklerine şahit oluyoruz. 

Kur’an’a baktığımızda, böylesi bir katılığa sahip sosyal yapıda yeni gönderilen kurallar bütününe (dine) ilk tepkilerin genelde halkın tabanından değil, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek olan kişi ve gruplardan geldiğini görüyoruz. Kendi çıkar ve menfaatlerinin zedelendiğini ve maddi çıkarlarıyla beraber sosyal statülerinin de hiçe sayılacağını gören söz konusu ileri gelenler kendileri tepki göstermekle kalmayıp, nispeten, maddi ve manevi olarak toplumun daha düşük kesimini de psikolojik olarak baskı altında tutarak bu kişilerin taraf değiştirmelerine engel olmak istemişlerdir. Ayrıca bunu yapmakla kalmayıp, peygamberlere ithafen: ‘Size inanıp itibar edenler hep ayak takımı kişiler. Durum buyken, nasıl olur da size itibar ederiz.’ minvalinde çıkışlarıyla ne ölçüde kirlenmiş bir zihin yapısına sahip olduklarını ortaya koymuşlardır. 

Gelenek:

Kavramsal olarak gelenek; örf-âdet, anâne olarak ifâde edebileceğimiz dinî, iktisâdî ve dış etkilerin gölgesinde yeşeren ve geçmişten bugüne insanlığın yaşantısını şekillendiren yaşamsal formlardır. Elbette geçmişten bugüne gelen ve reddedilmesi gerekenlerin yanında kabul edebileceğimiz bir çok kültürel formlar da vardır. Fakat burada kritiği yapılması gereken asıl konu, geleneğin bir bütün olarak alınıp, eleştiriden muaf tutularak sorgulanmasını engelleyip günümüz şartlarına, zamanın duyuşuna, bilimsel veriler nezdinde değerlendirilmesine kapatarak analizinin engellenmesinin önüne geçmeye çalışmaktır. Ancak böylesi bir yaklaşım ile geleneğin bugünlere taşınması anlamlı hâle gelir ve topluma yararlı olur kanaatindeyim. Aksi halde bu durum, yakın tarihimizden örnek verecek olursak, cumhuriyet öncesi dönemde rastladığımız ve etkilerini bugünlerde de gördüğümüz gibi toplumu gelenekçiler ve modernleşme yanlıları olarak ayıracak ve söz konusu gâye toplumsal bütünlük olsa da kutuplaşma kaçınılmaz olacaktır. 

Ülkemizde kimi geleneksel kabuller öylesine derinlemesine toplumsal nüfuza erişmiştir ki, söz konusu uygulamalar âdeta dinî bir buyruk değerinde görülmektedir. Bilhassa Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde aile içinde yaşamın değişmez, ayrılmaz bir parçası gibi kabul gören uygulamalar vardır. Söz gelimi evli bir kadının kayınpederinin yanında başı açık duramaması ve beraberce yemek yiyememesi bu duruma örnek gösterilebilir. Diğer yandan, iki ya da daha fazla kız kardeşin bulunduğu bir evde kız kardeşlerin yaş sırasına göre evlendirilmeleri beklenir. Aksi halde bu durum ayıplanacak bir davranış olmakla beraber kültürel telakkiye göre sırası elinden alınmış genç kız için onur kırıcı bir durum olarak kabul edilir. Hâlbuki dinen, (İslâm dinine göre) verdiğimiz bu iki örnek için de bir engel yoktur.Bknz: (Nur Sûresi/61)

İşte geleneğin kanımca değerini yitirdiği nokta da bu duruma getirilmesidir: “Geleneğin dinleştirilmesi…” Bu durumun değişmesi için tek atılması gereken adım ivedilikle eğitim konusunda yapılacak nitelikli yatırımlar olmalı. Daha fazla üniversite değil daha nitelikli üniversite, çokça maddi yatırım değil, manevi yatırım, insana, insan hak ve hukukuna, onuruna yatırım. Bölge insanı özellikle cumhuriyet dönemiyle beraber başlayan sistematik bir ötekileştirme ve asimilasyon politikasına maruz kalmışken, topluma bu denli etki eden geleneksel algıyı değiştirmek için düşünsel ölçüde nasıl bir adım atmaları beklenebilir ki… Kimliğini özgürleştirememiş bir millet düşüncede özgürlüğe ve eleştirel düşünce yeteneğine nasıl erişebilir ki…

Ekseriyetle bilinmez; Allah, sadece yaratan ve rızık veren değil aynı zamanda “Şâri” olandır. Yani hüküm koyan, kural-kâide belirleyendir.

“Allah’tan daha güzel hüküm verecek olan kimdir?” Mâide Sûresi/50

Allah’ı Gereği Gibi Tanımak

Yazımızın başında Kur’an’ın geleneksel algıyı yıkmak için geldiğini ve bu doğrultuda keskin örneklerle toplumda bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmeye çalıştığını belirtmiştik. Kur’an, söz konusu değişimler için Allah’ın ezelî ve ebedî kanunları söz konusu olduğunda kesin bir hükümle direkt olarak konuya giriş yapmış, toplumda yeni zuhur etmiş ve zararlı olan durumlar için ise tedrici bir değişim metodolojisini benimsemiştir. Aşamalı olarak toplumdaki alışkanlıkların değiştirilmesi konusuna içkinin yasaklanmasıyla ilgili üç farklı zamanda üç âyetin gönderilmesini örnek olarak gösterebiliriz. Sünnetullah olarak ifade edebileceğimiz konularda bir yanlış telâkki var ise bu kez aşamalı bir çözüm yerine keskin bir adım atılarak meseleye yaklaşılmıştır. Muhammed’in(s), evlatlığı olan Zeyd’in eşi ile evlenmesinin konu edildiği âyetleri bu kapsamda değerlendirebiliriz. Konuya kısaca değinmek gerekirse; Zeyd ile eşi problemli bir evlilik süreci yaşarken, Zeyd’in, evliliği ile ilgili yaşadıkları problemleri yer yer peygamberimize askettirdiğini ve peygamberimizin yuvasını ayakta tutması için Zeyd’e telkinde bulunduğunu biliyoruz. Söz konusu evlilik devam edemeyecek noktaya gelip de boşanma gerçekleştikten sonra Rabb’imiz,  Peygamberimiz örnekliğinde gerçekleştirmek istediği evlilikle bu yanlış geleneksel algıyı yıkmak istemiş, bu durumun toplumda yaratacağı olumsuz durumun etkisinde kalacağını hisseden peygamberimize yönelik olarak ise, toplumsal baskıdan sakınmak yerine kendinden korkulmaya lâyık olan yegâne Varlık olarak Allah’ı bilmesi ve tanıması konusunda kendisini îkaz etmiştir. Bknz: Ahzab/37 

İşte söz konusu bu evlilik dünden bugüne ve bilhassa modern dönemler olarak niteleyebileceğimiz günümüzde bir çokları tarafından yadırganan bir evlilik olarak yorumlanagelmiştir. Bu yadırgamaların sebebi, insanların doğru kabullerinin geleneksel algılarla şekillenmesinden ileri gelmektedir. Hâlbuki doğru kavramı, örf-âdet ve geleneklerin tekeline bırakılmayacak kadar mühim bir kavramdır. Mutlak ölçüler ve kâideler referansıyla kritiği yapılmamış hiçbir geleneksel unsur hakikat nazarında kıymete sahip değildir. 

Toplum nezdinde dinin yeteri kadar bilinmemesi O’nun hakkında yanlış ve eksik tasavvura sahip olunmasına neden olmakta, yaşantımızı dış etkilerle şekillendirmemize ve zihnimizin kolaylıkla manipüle edilmesine sebep vermektedir. Ekseriyetle toplum, O’nun sadece yaratan ve rızık veren olduğunu düşünür. Halbuki bir çok niteliğe sahip olan Allah’ın bir ismi de “şâri” yani kural koyan, hüküm veren oluşudur. Bu bağlamda, Peygamberimizin Zeynep ile evliliğine ve dinin diğer buyruklarına da karşı çıkılmasının sebebini Yaradan’ın yeteri kadar tanınmayışına bağlıyorum. Nitekim Allah kitabında bu durumu açıkça ifade etmektedir:

“Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edemediler.” Zümer/67

(mesela; din, siyasetten ayrılamaz. Bu mümkün değildir. Fakat günümüz toplumunda halkın çoğunluğu müslüman olmasına rağmen bunun karşılığı yoktur. Kabul edilmez ve kâtiyetle dinin siyasete ve hayata müdahale etmemesi gerektiği savunulur.)

Geleneğin bizlere dayattıklarını hakikat ile aynı kefeye koymamalı ve Allah’ı tüm sıfatları ve isimleriyle bilip kabul etmeliyiz. Bize doğru gelsin yanlış gelsin, Allah, kural koyucunun kendisi olduğunu ve üvey evlatların eşleriyle boşanmaları durumunda onlarla evlenmemizde bir engel olmadığını peygamberimiz üzerinden bizlere bildiriyor. İtirazımız kime, neye o halde..? Bizim için mutlak geçerli ölçü gelenek ve geleneğin dayatmaları mıdır, yoksa yoktan Yaradan’ın kural ve hükümleri midir?

Salt gelenek, dini buyruklara nazaran nedir ki?

Bir çok yazımda olduğu gibi yine Merhum Cemil Meriç’in sözüyle bitirmek istiyorum.

“Pusula; Şuur”

Şu kısa ömrümüzü şuurlu olarak yaşamak gayreti ve niyetiyle başka bir yazımda görüşmek üzere, hoşça kalın…