Yağmur atıştırmaya başlarken Tire’den ayrılıyoruz. Yalnız rutubetten mahfilinin sol yanı hasar görmüş Ulu Camii, ilgi ve destek bekleyen Tire’ye özgü zanaatlar bizleri düşündürmeye devam ediyor. Şimdi rotamız Ödemiş. Yani ‘memleketim’.  
Tire’deki programımız planlandığından fazla sürünce bazı yerleri pas geçmek zorunda kalıyoruz. Ödemiş’teki programımızı da yağmur yüzünden kısa tutacağız. Önce yemek. Sonra müze. Ödemiş Arkeoloji ve Etnografya Müzesi harika bir müzedir. Girişinin ücretsiz olması daha müze ziyareti kültürümüzün tam gelişmemiş olmasından. Ne üzücü değil mi? Ödemiş’te yemek denilince illaki Ödemiş Köftesi. Biz kendi aramızda kısaca “köfte” deriz. Tire, Manisa köftelerini ayırt etmek için yazarken Ödemiş Köftesi diyoruz. Doğum yerim Kaymakçı, Ödemiş’e 15 km bir bucak. Orada ise ‘ekmek yağlatma’ deriz. 
Ödemiş gibi, Kaymakçı’nın kendine has ağzı ve sözcükleri vardır. Kayınvalidem ile annem ilk karşılaştıklarında sohbette eşimle ben de hazır bulunmuş, bir nevi tercümanlık yapmıştık. Hanımın köyü Konçe de değişik bir ağızla konuşuyor ve farklı sözcükler kullanıyor. Orta Asya kökenli de oluğunu düşündüğüm bu kelimeler ve farklı ağızla konuşma bölgedeki her bir köyün Orta Asya’dan getirdikleri çoğu adet ve konuşmaları kapalı olarak bunca yıldır muhafaza ediyor olmaları.
Hatırlarsak beylikler dönemini, Ankara Savaşı sonrasını ve Osmanlı’da nüfusun çokça karışmadığı, kapalı havza şeklinde kendine has özellikleri korumuş yöre insanının hala günümüze taşımaları. Bu yüzden hala Osmanlı dönemi kullanılıp bugün kullanmadığımız kelimelere bile rastlamak mümkün. Kaymakçı’nın programımızda olmamasının nedeni Birgi’ye uğrayacak olmamız ve hepsini bir güne sığdırmanın zorluğu.
Ödemiş Köftesi’nde iki farklı servis göze çarpar. Yağlı Köfte ve Izgara (Kuru) Köfte. Yağlı Köfte ile (ızgara) kuru köftenin birbirinden az farkla hazırlandığını, birisinin eriyik sadeyağında doğranmış ekmek üstünde servis edildiğini, diğerinin ise yağsız olarak dilimlenmiş ızgarada kızartılmış ekmek üzerinde servis edildiğini söylemeliyim. Her ikisinin de tadı güzeldir ve birbirinden biraz farklıdır. Bu yüzden çiftlere ayrı ayrı sipariş vererek paylaşmalarını tavsiye ederim. Ortaya bir de keşkek.
Tek öğünde ancak bu kadar. Aslında köfteyi ve keşkeği iki ayrı öğünde yiyeceksiniz. Çünkü keşkeği de eritilmiş sadeyağda üstüne bolca karabiber ekerek yemek lazım. Sade yağsız ve karabibersiz keşkek yemek, şerbetsiz baklava yemek gibidir. Bu yüzden tek öğünde hepsi birden ağır gelebilir. Günlük tur ise programınız az az tatmak en iyisi. Yerken fark etmezsiniz ama kuvvetli yemeklerdir ve kaçırıldığında erimek nedir bilmez.  
Salata olarak orijinalinde maydanozlu soğan üstü somakiye limon sıkılır. Taze soğan da vazgeçilmezlerdendir. İsteğe bağlı zehir gibi Frenk biberi de. Bunun için yol kenarı ve büyük otobüsle ulaşma kolaylığı için ATOM’u tavsiye ediyorum. Serdal Usta’ya da benden çok selam. Benden selamı söylediniz mi o anlar ne yemek isteyeceğinizi. Sizin başka bir şey söylemenize gerek yok pek. Öğle vakti hele Cumartesileri şansınızı zorlayın ama mümkünse ya öğleden önce ya da ikindiye doğru uğrayın yoksa yer bulamazsınız. Kendi özel aracınızla gidecekseniz dönüşte de DOSTOL Kebap. Tayyare Parkı’nın hemen üstü.
Mevsimine göre kış ise çay kahve yaz ise ayran ve limon içilir. Eskilerde koruk suyu da mümkündü ama şimdilerde pek görmüyorum. Çocukluğumuzda Gencer günleri Zafer Sineması’ndan Özler Sineması’na kadar tüm cadde şerbetçi ve dondurmacı dolardı. Sonra badem salatacılar, pamuk helvacılar ve de turşucular. 3-4 gün boyunca biriktirdiğimiz tüm parayı Gencer günü yani bayramın son günü yapılan kutlamada yer bitirirdik. Kızların gezdiği yerlerde mantar tabanca patlatır, ya da bisiklet kiralar sokakları turlardık. 
Sübye ise bizim Ödemiş’in başka bir içeceği. Çocukluğumuzda içerdik buz gibi acur ve kavun çekirdeğinden yapılan bu soğuk içeceği. Hemen hemen yok artık günümüzde. Kurutulmuş kavun ve acur çekirdekleri suda kabartılıp yumuşatılıyor ve dibekte ezilip özü çıkarılıyor. Tülbentten geçirilip içine biraz şeker ve başka ilaveler de yapılarak içime sunuluyor. Badem de konuluyormuş duyduğuma göre, tam emin değilim. Tarifi geçin tadına bakın. Mükemmel ötesi bir şey. Size tadını anlatmam olanaksız, yok böyle bir tat. Zamanımızda dondurma Ödemiş’te küçük özel bardaklarda servis edilir, üstüne de vişne şurubu dökülürdü. Dondurma harbiden sahlep dondurma, vişne şurubu da bugünün adlandırmasıyla organik.
 En vazgeçilmez ise kar helvası. Bozdağ’daki kar kuyularından keçelere sarılarak getirilen karlar, bardağa kaşınır ve üstüne isteğe göre kıpkırmızı vişne şurubu boca edilir. Eline bir de tatlı kaşığı verilir ki biraz önce yediğin Frenk biberli kebabın üstünden yanan ağzını serinletmek için nasıl yediğini kaşık kaşık tahmin edemezsin. En sonunda köpük helva. Yer kaldıysa hakiki sahlep tozlu dondurma. Bunun için belli bir iki adam dağdan kök toplar ve dondurmacılara getirir. Çocukluğumuzun ‘dondu’cusu Mehmet Amca. Düdüğünü öttürdü mü nerde olursak olalım tabanları yağlar, sesin geldiği yöne seğirtirdik. Bir de Çocuk Bahçesi’nin köşesinde sergisi olan Ömer Amca ve oğlu Adnan Abi unutulmazlarımız.
Adnan Abi, uzun boyuyla önünde biriken tüm çocukların arkada kalan en kısa boylularına bile yetişirdi. Önde arkada fark etmez, Adnan Abi’den siparişimizi mutlaka alırdık. Yanımızda para bile olmasa göz hakkı geçmesin diye yarım külah bedavadan dondurmamızı da yerdik, küçük bardakta şerbetimizi de içerdik. Vay be! Ne günlerdi. Zaten tüm günümüz çocuk bahçesinde salıncaklara binmekle ve oyun oynamakla geçtiğinden ne zaman içimiz yansa ve susasak adresimiz belliydi. Bizim yaşların bu isimleri hafızalarından kazımaları imkânsız. Kim bilir kaç defa yedik dondurmalarını, içtik şerbetlerini.
Ödemiş dedin mi aklına iğne oyası gelecek. Ödemiş’te kadın oldun mu bu işi öğrenmemen mümkün değil çünkü tüm toplantı, ziyaret ve meclislerde kadınların ceplerinde taşıdıkları küçük keselerinde bu oyalardan mevcuttur ve 1o dakika bile zaman bulsalar hemen şalvarlarının yan cebinden çıkarıp başlarlar oya yapmaya, bir yandan da sohbet etmeye. Küçücük kızlar daha okula gitmeden oya yapmayı öğrenirler. Bizim buralarda toplantıya “oturma” denir. Annemle küçükten oturmaya giderken ben de doğal olarak yanında giderdim ve dakikalarca onları seyrederdim.
Ayak parmağına bağladıkları ipek ibrişimleri nasıl bükerler, yakın gözlüklerini bel lastiğiyle arkadan bağlamış, kordon yapmış teyzelerin nasıl hızla iğneyi oyaya batırıp çıkardıklarını seyrederdim. Sanırsınız makine çalışır. Bir oda kadın resmen fabrikanın birimleri gibi oya üretirler ve Kaymakçı’nın Pazar günleri olan Cuma’ya çıkarırlar, sonra eve masraf görürlerdi. Tığ işi, gergef ve iğne oyası. Kırmızı peştamala girmiş, bürgülü (ipek şal) kadınların doldurduğu pazaryeri bayramyerine dönerdi.
Bezirgânlar, pabuççular, oyacılar ve dondurmacılar… Ben sahlepli dondurmanın üstüne dökülen vişneyi iyice bir karıştırır, ondan sonra yerdim. Donducu Mehmet Amca dondurmadan sonra mutlaka su içmemi öğütlerdi, bademciklerim şişmesin diye. Ogün bugün dondurma sonrası su benim alışkanlığımdır o günlerden… Kıbrıs’ta Şehit düşen albayımız Tireli İbrahim Karaoğlanoğlu’nun akrabasıydı ve o olaydan sonra kendini zor toparlamıştı. 
Ödemiş Pazarı Türkiye’nin en büyük pazarlarındandır. Misal Kaymakçı’nın arakası (bezelye), bamyası ve diğer mahsulâtı ile Beydağ’ın kestanesi, cevizi, Bozdağ’ınki ona keza çevredeki tüm üretim burada toplanır. Birgi’nin ipeği de, Bademli’nin fidanı da, Bayındır’ın çiçeği de hepsi burada görücüye çıkar. Bu nedenledir ki Kiraz, Beydağ, Bayındır, Kaymakçı, Birgi nerde ne varsa Ödemiş’te Cumartesi günleri pazara çıkar ve en büyük pazar olarak ilçe ve civar bucak, belde ve köy tüm yerleşimlerin ekonomisine katkı sağlar. Buradaki mahsul bir anlamda Pazar günü için İzmir’in Eşrefpaşa Pazarı’nın arefesi gibidir bir nevi.
Bölgenin turistik çekiciliğinde evleriyle ayrı bir yeri olan Birgi son durağımız. Buranın ipeğini görmeden önce Ulu Cami’yi gezmelisiniz. Öyle böyle bir gezmek değil. Namaz saatine yakın camiye gelirseniz özellikle caminin imamı İrfan Hoca’yla tanışmanızı isterim. Birgililerle daha çok tanışmak için karşıdaki kahvehaneye de oturup bir çay içmenizi öneririm. Birgi’de zar (siyah ipek örtü) giyen kadınların zarafeti ve güler yüzlülüğü açıkta kalan yüzlerinden belli olur. 
Burada pek lokanta yoktur. Neden? Çünkü Birgi’de bir yabancı ve yolcu tanrı misafiri sayıldığından eve yemeğe buyur edilir. Birgi’de 1 hafta kalsanız her gün yemeklenirsiniz. Bizim deyimimizle yemeğe alınırsınız. Acılı güveç, bal ve helva. Başka bir şey lazım değil üstüne de şekerli kahve. Somun ekmeği ev yapımı. Turşu da öyle. Benim citta-slow yani yavaş ve sakin kentim Birgi. İnsanlarından havasına her şey sakin, konuşmalardan koşuşturmalara her şey ağır. Kafa dinlemenin adresi Birgi. Hele bir de taş evlerde konaklama yapabilirseniz. Dileğim buradaki tüm taş evlerin ev konaklamasına dönüştürülmesi. Safranbolu’ya benzer bir proje yani.
Ben fırsat bulup gittiğimde mutlaka yapıyorum. Tek farkla. Akrabalarımda kalıyorum. Ne de olsa anne tarafım Birgili… Birgi’de yirmiden fazla gezilecek nokta ve görülecek tarihi yapı ver. Siz Ulu Cami’den sonra Çakırağa Konağı’yla devam edin. Devamı zaten gelecektir. Alçak pencereli evlerden sokaklara sarkan küpe çiçekleri ve sardunyaların kokusunda yürüye yürüye Birgi’yi içinize çekerek…