Yazılarım, gazetede ikiden bire düşürülüp, son çıkan dergimiz için, gönderdiğim yazı da dergide yer almayınca artan mutsuzluğum; Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dilek Hanımı rahatsız etmiş olacak ki gel seni ATV’de yayınlanan Kenan Işık’ın sunduğu yarışma programına yarışmacı yapalım dedi.
Kim, milyoner olmak ister ’emi yani, İstanbul’ mı  dedim. Evet, oldu cevabı. Benim ikide bir siz benim kültür potansiyelimin daha % 25’ini görmediniz, bana yazık oluyor. Bunca birikimim mezara mı gitsin yollu malûmatfuruş (boş, gereksiz bilgilerle kafa ütüleyenlere denir. Ben bunlardan olduğumu kabul edemem o başka R.G) sözlerimden haylidir rahatsız olmuş ki; ben sana bir oyun oynayayım da boyunun (pardon, kültürünün) ölçüsünü al yolundaki bu teklifine atladım. Bu sayede güzel İstanbul’u ölmeden bir daha görme fırsatım da doğduğu için ayrı bir sevinç kapladı içimi. Ama içimdeki bir ses “Eski Yunan’da kölelerin, aslanların önüne atıldığı Arena’ya gidiyorsun oğlum” diyordu.
Neyse, müracaatlar yapıldı. Yalnız beni üzen bir yönü de yarışmanın formatı gereği “basın mensubu kişilerin (öğünmek gibi olmasın burada basın mensubu kişi ben oluyorum)” ancak “yarışmacı taklidi yaparak” yarışmaya bir nevi röportaj için katılabilecekleri söylendi.
Canım sıkılmıştı. Haybeye kilometre diye işte buna denirdi. Bir kötü haber de, yarışmayı Kenan Işık değil bir başkası sunacakmış bizim gibi mahsusçuktan katılanlara. Olsundu. Hiç olmazsa kültürüme bir “yarışmacı psikolojisi deneyimi” eklenmiş olacaktım (!)
Uçak biletleri alındı. Gazetemizin genç-acar muhabiri Hamza evlâdımız da benimle gelecek (o da bu vesile ile ilk kez İstanbul’u görecekti.) kaybolurum (!) falan gibisine bana mihmandarlık yapacaktı. Maslak’taki ATV Stüdyolarını bulmak zor olmadı. Zira,siz değerli okurlarıma da kalacak ekonomik yer olduğu için tavsiye ederim.Son yıllarda benim İstanbul’da ikâmet adresim, MEB Etiler Uygulama Oteli ATV otelimin yakınında idi. Otobüsle gelip geçerken ATV Stüdyolarını görmüşlüğüm olmuştu, önceki İstanbul gezilerimde.
Dilek Hanım’a bir şartım vardı. Telefon Joker’im kendisi olacaktı.(kazık bir soruda kendim yanarken, maksadım onu da yakmaktı!).Tamam kabul ablacım, seve seve olurum deyince, anladım ki; artık kurtuluş yoktu. Herhalde Dilek, masraf olmasın diyerekten otelimizi bile ayırtmayı düşünmedi, neyse yer varmış ben hallettim. Kız, alacağın olsun diye içimden geçirdim. Bizi Tire’ye Başkan Tayfur Çiçek röportajına mı gönderiyorsun? Neyse, ATV binasına girdik. Hamza seyirciler arasındaki yerini aldı. Beni bekleme odasına aldılar. İkramın bini bir para. Bendeki heyecan yüzünden, yeme-içmeden kesildim. Bu arada genç bir kız bana yaklaşıp Rıfat Amca hoş geldin! Beni tanıdın mı? diye sordu. Bilemedim kızım dedim. Ben Duygu dedi. Senin eski dostun rahmetli Tuzcu Zekeriya İbrişimin torunuyum. Gölcükte sizin evin önünde oynardık deyince utandım bilemediğime. İstanbul’da İletişim ve Radyo-TV okuduğunu biliyordum ama aradan yıllar geçmişti. Reji asistanı imiş,Duygu’nun teyzesi Ödemiş’in ünlü hukukçularından Avukat Filiz İbrişim,kızım Günseli’nin can arkadaşıdır,Filiz bizim evin kızı gibidir,o da bana  moral oldu.
Bir bardak buz gibi portakal suyu iyi gelmişti.2012 yazının bu sıcak günlerinde. Yalnız, bir şey dikkatimi çekti. Stüdyoda ve Rejide bulunan bir çok görevli bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Bu adam manyak mı,38 derece sıcak,% 80 nem oranı olduğu İstanbul’un, bu Ağustos günlerinde, haybeye kilometre yapıp gelmişti, üstelik bizim de istirahat saatimizden çalarak bu işe kalkışmış dercesine idi bakışları.
 “Ya,ilk soruda elenirsem ? Başta Dilek, Hatice, Seval kızlarımın, çoluk çocuğumun, Ödemiş’te gezinirken, hemşehrilerimin yüzüne nasıl bakarım? diye dizlerim titriyordu. Çaktırmamak için etrafa gülücükler saçıyordum.Bir ara kaçıp gitmeyi düşündüm,bu daha büyük bir utanç olurdu.Hemen aklımdan sildim.On beş dakika ara dediler.Bahçeye çıktığımda; Bay Rıfat göreceksin birazdan.Bildiklerinin ne kadarı gerekli,ne kadarı çöp!.Biliyorsunuz,insan beyni,kapısını her çalanı buyur eden,fazla misafir sever bir ev sahibidir.Gelenleri,kendince tasnif edip;bazılarını baş köşeye oturtur,kimilerini bodrum kata yuvarlar.Ya beynimin bodrum katına attıklarından çıkarsa sorular? diye düşünürken, ismim anons edildi. Stüdyoya çağırdılar.
 
Daha önce tanımadığım yüzünü hiç görmediğim, bir bey; Kenan Işık’ın yerinde oturuyordu. Haydi hayırlısı deyip ilk soruyu karşılamak üzere gardımı aldım! Yalnız adamcağız benim kadar heyecanlı görünüyordu. Ne de olsa Kenan Işık rolünü oynayacaktı kendisi.
 “YARIŞMA BAŞLADI”
Birinci soru: Taslak ve karalama yapmak için kullanılan kâğıda ne ad verilir.Şıklar: a)müsvedde kâğıdı,b)pelür kâğıdı,c)turnusol kâğıdı,d)kopya kâğıdı.idi.Doğru cevap a şıkkıydı tabii ki.En çok birinci soruda elenmekten çekiniyordum.Korktuğum başıma gelmemişti.
İkinci soru şöyle düzenlenmişti:”Babaların yanında hangisini yapmak saygısızlık olarak düşünülür?”
a)Televizyon seyretmek, b)uyumak c)sigara içmek d)şarkı söylemek. Babamızın yanında değil şarkı söylemek, ağzımızı açmadan yetişen bir nesilin ferdi olmakla birlikte, doğru cevap,sigara içmek olacak cevabı beni üçüncü soruya atlatmıştı. Sunucunun “artık 1000 liranız var” dediğinde; Başbakan Erdoğan’ın kendisini izleyen gezilerinde, gazetecilerin sigara paketlerine el koymasını hatırladım.
Üçüncü soru: da kolaydı.”Karşılıklı saygı çerçevesinde geçen bir spor müsabakasını ifade etmek için kullanılan klişe söz hangisidir?”a)ok yaydan çıktı  b)ayni tas, aynı hamam  c)kalp kalbe karşı d)dostluk kazandı.”ydı elbet.
Gerginliğim biraz hafiflemişti. Fakat içimde bir sızı hissettim. Çok dost kazığı yemiş biri olarak. Dosluk her zaman kazanır mı?Biten dostlukların tekrar kazanılması acaba mümkün mü? Zihnimi karıştıran bu soruyu hemen silip attım beynimden, zamanı değildi felsefenin.
Dördüncü Soru: Yüzümü güldüren soru oldu. “Bildiğinden veya öğrendiğinden şaşmamak anlamında kullanılan sözde, hangisinden başka kuş tanımamaktan bahsedilir.” a)Turna b)Karga, c)Tavus kuşu d)leylek Karga son kararımdı. Sunucu deyimin kaynağını bilip bilmediğimi sordu. Şükür ki biliyordum, farklı mahcubiyeti yaşamayacaktım. Kabil, Habil’i öldürdüğünde, cesedi toprağa gömmesi gerektiğini ona bir karga göstermişti.İşte okumanın faydası.Geçen Ramazan Gölcük’te komşularımla okuduğumuz;Yüce Kitabımız Kur’an’ın mealinde geçiyordu,bu olay.Sunucumuz,ölümden bahsetmeyelim şimdi dedi.Herhalde ölümden korkuyordu.Yazık, birileri ona mutlaka gerçek hayatın,ötelerde olduğunu anlatmalı.
Beşinci Soru: Bulgurun ana maddesi a)buğday b)pirinç c)mercimek d)nohut Doğru cevap tabii ki Buğday idi. Sunucu garip bulduğum bir şey söyledi. ”Ben bir çiftçi çocuğu olarak bilemezdim.”
İçimden yeni nesil gençlik işte diye geçirdim. Öğrenme duyguları gelişmemiş, sanal âlemin insanı. Sonra da düşüncemden utandım. Evde ben de pek çok soru karşısında durup kalmıyor muydum? Altıncı soruya geçildi.
Altıncı soru: “Twitter, kullanıcılarına en fazla kaç karakter yazma imkânı sunar? a) 30,b) 70, c) 140,d) 250”
Önce bilmediğimi söyledim ama 140 gibi bir şey aklımda kalmıştı. Twitter’da bir-iki kez fikirlerimi yazdığımı hatırladım. Tarzım, uzun yazı olduğundan 140’da kesilmişti yazım, meramımı anlatamadan. Hatta Cumhurbaşkanı’mız Abdullah Gül pek çok kullanıyor,
Twitteri. Bence devlet adamları için kısa yazılarla meramını ifade etmek zor olsa gerek diye düşünürdüm, demek değilmiş. Bunun için Dilek Jokerimi kullanmayayım dedim. Son kararımı bildirdim.140.
Sunucu, “Twitter’de yok musunuz?” diye sordu. Öyle saçmalıklara ayıracak zamanım yok diye cevapladım. Sonra utandım. İnsanlara bildirecek bir haberim yok.Takipçilerle övünecek biri de değilim.Bendeniz boş zamanlarımda okurum  veya TV de faydalı bir şey izlerim. “İçimden kendime ne ukalâsın” dedim. Sıra baraj sorusuna geldi.
Soru sesliydi. Münir Nurettin Selçuk: “Beni, kör kuyularda merdivensiz bıraktın.”  a) Ahmet Özhan, b) Selâhattin Pınar, c)Münir Nurettin Selçuk d) Alâaddin Yavaşça. Derin bir oh çektim şansım bu güne değin olmadığı kadar yaver gidiyordu. Doğru cevap elbette Münir Nurettin Selçuk idi. Kendi sesinden ve oğlu Timur Selçuk’tan çok dinlemiştim,bu Kürdili Hicazkâr,Ümit Yaşar Oğuzcan’ın harika mısralarını.Herkes bu eşsiz şiirin,bir hanıma yazıldığını sanır.Oysa ki gerçek başkadır.Şair,Yaradan’ına yakınmaktadır mısralarında.
Sevinçten uçuyordum.
Sekizinci soru: Bu sorunun değeri 30 bin lira idi.
“Kaç ABD Başkanı,suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.
Şeklindeydi.1 mi, 2 mi, 3mü,  yoksa 4 mü, olduğuna karar vermem gerekiyordu.John Fritzgerald Kenedy, Abraham Lincoln bu ikisini biliyordum ama,Sunucu,Joker hakkımı hatırlatınca bir oh çektim işte köşe yazarlığı hayatımın müthiş fırsatı önüme gelmişti.Joker hakkımı kullanmak istediğimi söyledim.Bu suretle bizim Yerel Güç Gazetesinden  Dilek’ten bana gazetede her gün yazdırmamasının intikamını alacaktım. Benim neyim eksikti. Genel Yayın Yönetmenime telefonla sorma joker hakkımı kullanırken, ben 3 demeye niyetleniyordum, süre bitti. Bu ara sunucu “Acaba 4 değil midir?” diye aklımı çeldi,4 Başkanı öldürmeleri bana çok göründü. Sunucu, ABD’nin kazan gibi kaynayan bir yer olduğunu söyleyerek bir işaret daha çaktı.
Beynimi hiç bu kadar yormamıştım. Tamam Amerika’dır, ne yapsa yeridir. Fakat kardeşim, biz de Başbakan asmış bir devletiz. Başbakan Nihat Erim, terör kurbanı olarak can verdi.Kaldı ki,sonuca ulaşmasa da bir çok Başbakanımıza suikast girişiminde bulunuldu.Sunucum,çift cevap jokerimi hatırlatınca düşünmeyi kestim.Önce 3 dedim olmadı.Kapana kısılmıştım.Kendimi ekran başında izleseydim “Ayıp ya,bir de gazeteci olacaksın!” diye yuh çekerdim.İkinci ve son kararım 4 oldu.Yeşil ışıkla beraber çocuk gibi sevindim. Genel Yayın Yönetmenimle dalga geçmek için bir koz elde etmenin sevinciydi aslında bu. Ödemiş’e dönünce bize doğru yanıtı söylediğini iddia etti, ama stüdyoda onun sesini kimse duymamıştı. Kapı gibi şahidim Hamza vardı.
Artık, Jokerim kalmamıştı. Dokuzuncu soru yandığımın resmiydi. “Schindler’in Listesi adıyla beyaz perdeye uyarlanan, Tomas Keneally tarafından yazılan romanın orijinal adı nedir? a) Schindler’in Gemisi, b) Schindler’in Treni, c) Schindler’in Rüyası, d) Schindler’in Yemini.” Aklıma gelen ilk cevap Scchindler’in Yemini oldu.
Schindler’in bazı Yahudileri soykırımdan kurtardığını hatırlıyordum ama romanını okumamıştım. Sunucu, “İlk aklınıza gelen doğrudur. Sınavlarda bize öğretilen odur.” deyince “Yemin” fikrim pekişti. Filmi seyretmiştim ama aradan yüz yıl geçmişti! Ne gemi, ne tren, ne de rüya sahnesi kalmıştı aklımda.
Bu ara seyircilerden gelen bağırtılar 15 bin lirayı alarak çekilmem yönünde baskı yapıyorlardı. Amaç para değil daha fazla soruyu bilmek diye geçirdim içimden.
Fakat “Yemin” cevabıyla oyun bitti. Meğer “Gemi” imiş doğru cevap. Keşke, telefon Joker’i olarak torunum Benginur’u mu seçmeliydim diye içimden geçirdim. Saçmalama dedim kendime,o zaman Genel Yayın Yönetmenim Dilek’le nasıl uğraşacaktım.
Sanal çeki alıp Ödemiş’e dönerken moralim bozuldu.
Bu soru çok zordu. Çekin değeri 125 bin olmalıydı. Türkçeye çevrilmemiş bir kitabı benim ülke insanım nasıl bilsindi ki? Üniversite dahil tüm öğrenim hayatı boyunca doktor olsun, mühendis olsun, hukukçu vb. hiç kimse hazırlık sınıfında İngilizce okumamışsa, ülkemiz Cumhuriyet’in 90.  yılına dayandığı  halde halâ tam oturmamış bir eğitim düzeyi ile yukarıda bahsettiğim branşların mezunları  onca yıl okudukları okulların orta okul, lise, fakülte dahil haftada en az 4-5 saat yabancı dil dersi gördükleri halde; İngiltere, ABD  veya herhangi yabancı bir ülkeye gittiklerinde meramlarını acaba ne kadar anlatabilirler? Hiç.. değil mi sorunun acı cevabı? Böyle bir ülkenin insanı olarak yabancı dilde bir romanı okuma şansım olmadığı gerçeğini soruyu hazırlayanların dikkate alması gerekmez miydi?
O kaybettiğim 60 bin liralık soru, filmin yönetmeni kimdir olaydı da; bak o zaman nasıl “Steven Spielberg” derdim.
Sunucunun, bana verdiği sembolik çeke baktığımda,üzerinde 125 bin lira yazdığını gördüm.
Milyoner olamamıştım ama kader, değerimin 15 bin lira olmadığını biliyordu!
Fakat gece yastığa başımı koyduğumda,paniğe kapılmayıp doğru cevabı akıl yürüterek bulabileceğimi anlamıştım.Yazar,romanında Nuh’un gemisi kavramından çıkarak ad vermiş olsa gerekti.Nasıl ki; Hz.Nuh bazı canlılar ile insanları Nuh Tufan’ından kurtardıysa, Schindler’in Listesi’ne girebilen Yahudiler de Nazi zulmünden öyle uzaklaşmışlardı.Hayır.. Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz,kader aldanmaz.
……………….
Vee…Hikâyenin sonu:
Kan- ter içinde uyandım. 80 yıldır görülmemiş Ödemiş sıcağında, Gölcük komşum Gökçen’li Hüseyin kardeşim ile Salı pazarına inmiştik. Kendisi alacakları için arabadan indi. Ben arabada kaldım. Arabanın ısı göstergesi 47 santigrat dereceyi gösteriyordu. Sıcaktan içim geçmiş,  gördüğüm bu güzel rüya Hüseyin’in pazardan geldiğinde arabanın kapısını açmasıyla sona erdi. Gölcüğe döner dönmez hemen bilgisayarın başına oturup rüyamı unutmadan işte yazdım. Duygu’nun annesi Tülây İbrişim,Gölcük’te komşu oluyor bize,sağ olsun sabah yürüyüşlerine çıkarken bize selâm vermeden geçmez,biz balkonda kahvaltı yapıyor oluyoruz. Kendisine rüyamı anlattım, Duygu’yu ATV’de gördüğümü bahsettim. Gerçekten ATV de çalışıyormuş, dünyada tesadüf diye bir şey yoktur, bir kere daha inandım, Tevafuk vardır. Rüyada bile tevafuk. (varlık aleminin hazırlaması)
Sevgili Genel Yayın Yönetmenim Dilek Acar Özdemir üç yıldır başımın etini yiyordu. “Röportaj yapsana, Rıfat Amca” diye. Dilek ‘çiğim; röportaj olmadı ama sayende rüyalarımızı yazmaya başladık.
Saygılarımla.     ([email protected])