Yaşları 50’yi aşan okuyucularım hatırlayacaklardır: İran’ın başına getirilip oturtulan Ayetullah Humeyni’yi hatırlattı bana. Ülkemizi kana bulayan ve milletimiz tarafından püskürtülen maceracı 15 Temmuz darbe teşebbüsü. Ben de konunun benzerliği itibarı ile İran’ın benzer yaşadıklarını saygıdeğer okurlarıma anlatmak istedim. Bu ibret verici benzerlik, bun dan sonra bu tür sapık girişimlere insanımızın meyletmemesi için, böyle oluşumlardan uzak durmasının kendisi ve ülkemiz için ne kadar hayati bir konu olabileceği, 15 Temmuz’da ülkemizde yaşananları asla unutmamamız gerektiği

bilinciyle hareket etmemizin önemine değineceğim.

İmam Humeyni, 1964 yılından itibaren Şii Devrimini İran’a getireceği adımlarını atmaya, Şii İslâm konulu yazılar yazmaya başlar gazetelerde. Günün Hükümdarı Rıza Şah Pehlevi, onu Türkiye’ye sürgüne gönderir. Kısa bir müddet, ülkemizde, sonra da Kuzey Irak’ta kalır. 1965 de Paris’e gider, İran’a döneceği tarih olan 1979’a kadar Fransa’da siyasi sığınmacı statüsünde 14 yıl kalır.

Şimdi o günleri yaşamış biri olarak kendi hatırladıklarımı ve devrin hükümdarı ile siyasi fikirlerini, Türkiye hakkında emellerini sizlere ifade etmeye çalışacağım.

Rıza Şah Pehlevi İran’ın lideridir; 1950 li, 1960 lı yıllarda. Güzeller güzeli eşi Kraliçe Süreyya ile şatafat içinde yaşamaktadır. Halk ise fakirlik çekmektedir. Halkının ahı tutacak ki; Şah’ın tantanalı günleri sayılıdır. İlk eşi Süreyya’nın çocuğu olmamaktadır. O,vaktiyle aşkı uğruna İngiltere Tahtını terk eden, şimdiki İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in babasının yaptığını yapamaz, tahtını bırakamaz. Kraliçe Süreyya’yı boşar ve Avrupa’ya gönderir. Farah Diba ile evlenir, çocukları olur.

Geçmişte büyüklerimden dinlediklerim ve okuduklarıma göre Rıza Şah Pehlevi’nin ülkemiz üzerinde kötü emelleri vardır. Devri iktidarında

Hava Kuvvetlerini aşırı güçlendirmesinin ve aşırı silâhlanmanın kötü emellerini bir gün tahakkuk ettirerek ülkemize karşı bir savaşı düşündüğü bir gerçektir. (Bu günlerde yaşadığımız PKK. ve DAEŞ belâsının arkasında batılı devletler meyanında İran da vardır, Irak ve Suriye’nin başına gelenler ve Şia mezhep çatışması ile yangına benzin dökmektedir İran.)

Antr-parantez önemli bir hususu bilhassa genç okuyucularımın dikkatine sunmak isterim. Biz Türkler, İslâm Dinini kabul ederken, bir tek ok dahi atmamış, İslâmı koşulsuz kabul eden bir ırkız. Naçizane, Yüce Allah’ın her daim, en zor dönemlerimizde dahi biz Türk’lerden, himayesini mahrum

etmediği kanaatini taşıyorum. En bariz örneği Kurtuluş savaşımızdır. Yedi cephede yıllardır savaşıp, yenik düşen atalarımız, küllerinden yeniden doğarak Mustafa Kemal’in önderliğinde yokluk içindeki vatanı kurtarmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını bizlere nasip etmiştir. İşte biz Türkler Allah’ın her zaman himayesini görmüşüzdür. Rıza Şah’ın İran’ı aşırı silâhlandırması işe yaramamış, içerideki huzursuzlukları bastıramayıp, ülkesinden kaçmıştır. Ayetullah Humeyni’yi de yandaşları Paris’ten getirerek Şii İslâm Devrimini gerçekleştirmiş oldular. İran Humeyni ile de asla iflâh olmadı. Bir başka yazımızda, Humeyni sonrasını anlatırım inşallah. (Humeyni’yi ve O’nun İran’da

gerçekleştirdiği rejimi ABD. ve Batı, İran’a Komünist bir rejim hakim olmasın diye desteklemişlerdi. Tarih tekerrürden ibaret değil midir? Saygıdeğer okurlarım!..)

İşte, 15 Temmuz gecesi bizdeki haddini bilmezlerin Darbe kalkışması ve başarılı oldukları takdirde, niyetlerinin Humeyni İran’ında olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin tepesine çökme kirli emelleri çok şükür ki, necip Türk milletinin hayır! Müsaade etmem, Cumhuriyetimin kirlenmesine şeklinde karşı çıkışıyla akim kalmıştır.

Yüce Allah ülkemizi bu ve her türlü hain emelleri olan iç ve dış mihrakların şerrinden korusun.

Saygılarımla.