Daha dün annemizin kollarında yaşarken
          Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken
          Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk
          Sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz.
 
          Sanırım bu dörtlükteki şarkıyı bilmeyeniniz yoktur. İlkokula başladığımızda hatta başlamadan da önce ilk öğrendiğimiz şarkılardandır. Okula başlayan çocuklarımızın heyecanını anlatan bu şarkı aynı zamanda okula başlayan çocukların anne bakımına ihtiyaç duymamaya başladığı ve kendi başlarına hareket edecek kadar büyüdüğünü de bizlere aktarmakta.  Daha doğrusu bugüne kadar öyleydi.
         Niye mi bugüne kadar? Çünkü sağ olsun akıllı büyüklerimiz artık 66 aylık çocukları (kimilerine göre bebeleri) okula almaya karar verdi. 66 aylık bir çocuğun anne bakımına ihtiyaç duymadığı ve kendi başına birçok şeyin üstesinden geleceğini düşünmek maalesef “hayal”. Yani şarkıdaki gibi anne kollarından kurtulup okul yollarına geçme durumu gerçek hayatta çok zor görünüyor. Bunun örnekleri de çevremizde mevcut. Bu yüzden de birçok çocuğun yeterli gelişim düzeyinde olmadığını belirtir raporlar ortalıkta dolaşmakta ve bu raporlarla ebeveynler çocuklarını okula göndermemekteler. Bu da belirtilen yaş grubundaki çocukların okula gitmelerine engel bir durum olduğunu ve bunun da doktor raporuyla ortaya konularak okul kaydı ertelendiğini gösteriyor. Daha açık bir ifadeyle 66 aylık bir çocuğun okula gitmesinin elzem olmadığı kabul edilen bir gerçek. Bu uygulamanın neden yapıldığını ya da uzun süreçte ülkemiz geleceğinin yöneticileri çocuklarımıza ve ülkemize neler kaybettireceğini bu yazımda işlemeyeceğim. Benim dikkatimi çeken başka bir konu var ki o da “çocuklarla öğretmen arasındaki ilişki”.
             Bu sistemde ilkokul öğretmeni 66 aylık bir çocukla ilgilenmeye ve onların dilinden anlamaya zorlanmaktadır. Her ne kadar ilkokul öğretmenleri pedagojik eğitim alsalar da bu eğitim daha küçük yaştaki çocuklarla ilgilenmeye ve verimli olmaya yetmemekte. Ama bundan daha da vahimi var ki 4+4+4 sisteminde küçük çocukların branş öğretmenleri ile muhatap olması. Branş öğretmenleri ilkokul düzeyindeki çocuklara eğitim vermeye çalışırken maalesef bu yaş grubu ile ilgili pedagojik eğitim almadıklarından öğrenci ile yeterli iletişim kuramama hatta başarılı olamama ihtimali ile karşı karşıyalar.
              Nerden mi biliyorum? Bazı öğrencilerin yaşadıklarını bana aktarmalarından. Okulun birinde sayın öğretmenimiz bu yaştaki çocuklara alışkın olmayacak ki öğrencilere sürekli bağırarak hitap etmekte, yaptıkları ödevleri beğenmeyip o yaştaki çocuklara “olmamış, becerememişsiniz…” demekte, konuşan öğrencileri susturmak için “konuşmayın, dilinizi keserim sizin…” gibi ilginç tehditlerde bulunmaktaymış. Sayın öğretmenimiz sistemin yavaş yavaş filmlerde gördüğümüz eli sopalı hocaların medrese eğitimlerine döneceğini düşünen kesimden mi etkilendi bilinmez hayli çağ dışı uygulamalara niyetlenmiş. Gerçi bugüne kadar kaç dil kesti, kaç kafa kopardı bilmem ama şahsen kimsenin, kızımın kafasını kopartmasını ya da dilini kesmesini istemediğimden olsa gerek bu sözler benim hiç mi hiç hoşuma gitmedi. Gerçi hoşuna gidecek ya da normal karşılayacak veli var mıdır? Sanmıyorum.
              İster karakter yapısından, ister eğitimciliğindeki eksiklikten isterse öğretmenin sistem mağduru olmasından kaynaklansın söylenen sözlerin ve gösterilen davranışların hiçbir mazereti olamaz. El üstünde tuttuğumuz, üzerine titrediğimiz yavrularımızı okula eğitim alsın diye gönderiyoruz, horlansın ya da tehdit edilsin diye değil. Gerçi bu konuda velinin biri çıkıp öğretmeni şikayet ederse belki o öğretmen yanlışlarını istemese de düzeltmek zorunda kalacak ama bir öğretmen çocuğu olarak dileğim “öğretmenim, canım benim canım benim, sen bir ana, sen bir baba, her şey oldun artık bana” dizelerindeki ana-baba şefkati içinde öğrencileriyle bütünleşen öğretmenler görmektir. Aksi halde bu dizeler “canım benim” yerine “canim benim…” diye söylenmek zorunda kalınabilir.