Ülkemizde gündem o kadar sık değişiyor ki, geçen haftanın en önemli konusu bence, tutuklu gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan için Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararı idi. Gerçi saygıdeğer okurlarım Hürriyet Gazetesi’nin 15.Ocak.2018 tarihli nüshasında değerli Hukuk Doçenti Taha Akyol’un sütununda okumuşlardır.
Hürriyet Gazetesi Yönetimi’nin affına sığınarak, konu ile ilgili ilerideki davalara ışık tutacak bu yazıyı paylaşmak istedim, sütunuma aldım. Aşağıda Taha Akyol’un bu önemli yazısını okuyacaksınız.
HUKUK tarihimizde ilk defa bir yerel mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymamaya karar verdi!
Mahkemeler arasında görev ve yetki ihtilafı olabilir, böyle durumlarda kimin yetkili olduğunu yerine göre Yargıtay, yerine göre Uyuşmazlık Mahkemesi sıfatıyla Anayasa Mahkemesi kararlaştırır.
Fakat yerel mahkeme Anayasa Mahkemesi’ne “Görev gaspı yapıyorsun” derse, bu ihtilafa bakacak daha üst bir mahkeme yok!
Çünkü modern hukuk sistemlerinde Anayasa Mahkemesi’nin kararları “kesin ve bağlayıcı”dır. Aksi düşünülmediği için bir merci tayin edilmemiştir
TUTUKLUKLUK VE İNSAN HAKLARI
Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar, elbette diğer gazeteciler için de emsal olacaktı.
Yerel mahkeme, aynen, AYM “kendini mahkememiz yerine koyarak dosyadaki delillerin tutukluluk için yeterli olmadığına karar vermiştir” diyerek AYM kararına uymadı. Halbuki, tam aksine, “dosyadaki delillerin tutukluluk için yeterli olmadığını” denetlemek AYM’nin görevidir. Tutukluluk niteliğiyle ve uzun süresiyle insan hakları ihlali haline gelmişse, “bireysel başvuru” yoluyla AYM’ye veya AİHM’ye gidilir.
Gazeteci olup olmamak fark etmez.
AİHM, 1996 yılındaki “Kudla/Polonya davası”ndan beri tutukluluğun İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun mu, aykırı mı olduğunun denetimini yapıyor. (B. No: 30210/96)
AYM’NİN YETKİSİ
AİHM’nin ‘ecnebi’ olduğu söylenebilir mi?
Hayır, çünkü 2004 yılında AK Parti ve CHP’nin Meclis’te birlikte kabul ettiği anayasa değişikliğine göre, uluslararası hukuk yerli hukuktan üstündür, bu bir.
İkincisi, AİHM kararlarıyla çelişen bir yargılama yapılmışsa, AİHM’nin ihlal kararı üzerine Türk mahkemeleri “yargılamanın yenilenmesi” yoluna gider, bu iki. (CMK mad. 311)
AİHM kararları böylesine “kesin ve bağlayıcı”dır.
Bizim AYM ise, 2010 referandumundan itibaren, AİHM’nin sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir, tıpkı AİHM gibi insan hakları denetimi yapar. Bu benim iddiam değildir, anayasamızın hükmüdür. (mad. 148/3)
AİHM ve AYM “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ne uygunluk denetimi yapar, aynı yetkilere sahiptir. Dahası, AYM kararlarının AİHM içtihatlarına uygun olması lazımdır çünkü uluslararası mahkemedir. (Hasan Uzun davası, B. No: 10755/13)
ÖNGÖRÜLEBİLİR OLMAK
Böylesi üst bir organ olan AİHM tutuklu gazetecilerin başvuruları hakkında şubat ayında karar verecek.
Hukuk devletinin özelliklerinden biri, olası davranış ve kararların “hukuken öngörülebilir”olmasıdır.
AİHM’nin yerleşik içtihatlarına bakarak, şubatta beklenen kararların “insan hakları ihlal edilmiştir” şeklinde olacağını öngörmek mümkündür.
Hukuki konulara yerleşik içtihatlar açısından bakmaya çalıştığım içindir ki, defalarca bu sütunda tutuklu gazetecilerin en geç AİHM’de aklanacaklarını yazıp duruyorum.
Sadece gazeteciler değil, delil durumu benzer olan herkes...
Hukukun hem AİHM kararlarıyla evrensel hem bizim AYM kararlarıyla “milli” hükmü şudur: “Yayımlanan yazılar dışında herhangi bir somut olgu” dosyada yoksa, o dosyayla yüklenen suç da yoktur!
Bu AYM’nin peşinen “beraat” kararı vermesi demekmiş, AYM yetkisini aşmış imiş...
Hayır, bu, mahkûmiyete yeterli delil bulunmayan, dolasıyla beraat etmesi “öngörülebilir” olan dosyalarda tutuklama yapmanın insan haklarına aykırı olması demektir. AYM buna karar verdi işte.