Pazar gününün beklenen adımı Namık Kemal Zeybek’ten geldi. Zeybek, DP Genel Merkezi’nden ceplerimize gönderdiği kısa mesaj ile MHP’ye kayıtsız şartsız birleşelim dediğini bizlere duyurdu. Ötesinde de Sözcü gazetesine verdiği beyanatta, adaylık şartı olmadığını, tek derdinin AK Parti’ye giden merkez sağ oylarını geri almak olduğunu ifade etti. Vesayetin kaldırılması için yaptığımız onca mücadeleye rağmen tıpkı referandum sürecinde kapalı kapılar ardında üç beş kişi ile alınan ‘Hayır’ kararı gibi, şimdi de ‘MHP ile evleniyoruz’ kararı alındı.
Kime sordun? Kime danıştın? Teşkilatlar ne diyor? Bildikleri var mı? Var. Var da, onların zaten teşkilatla aralarında bağ yok ki. Ülkücü nasıl olunur diyerekten seminerler veren, kamplarda ülkücü yetiştiren bir genel başkan ve İzmir’de 1 değil 3 değil tam 8 yıl MHP il başkanlığı yapmış birisi DP’nin il başkanı. Şimdi bunlar tesadüf mü yoksa planlı bir oyunun parçası mı? Niyetlerinin AK Parti’yi bölmek olduğunu söyleyen insanlar acaba zihinlerinin bir yerinde kurguladıkları DP’yi tamamen yok etme planını mı uyguluyorlar. Önce Cindoruk geldi, referandumda partiyi ilk soldan CHP’ye yasladı. Şimdi de Zeybek gemiyi içerisinde kalanlarla birlikte MHP limanına yanaştırıyor. Neden? Bu yaştan sonra gelin olmaya heves etti. Hani denir ya, her şey aslına rücu eder. Etti işte. Başkaca bir şey de beklemiyordum zaten. Her gelen partinin bir varlığını satıp yok ediyor. En son çay parası için kahveci tabelanın başına çökecek.
Referandumda yıkılmaya çalışılan zihniyet tam da buydu işte. Kimseye sormadan insanların kafalarındaki planları teşkilatların homurdanmalarına rağmen parti kararı etiketiyle uygulamaya koyanlar, karşı koyanları da parti disiplinine aykırı hareket etmekle suçlayıp partiden ihraç ediveriyorlar. Ne güzel değil mi? İşte bakın ‘Ya sev ya terk et’ budur. Ya partinin aldığı her kara he diyeceksin, ya da gideceksin.
‘E, peki, bizim derdimiz AK Parti’yi indirmek, oyları geri almak ne yapalım?’ dediğinizi duyar gibiyim. Bu soru da buram buram zafiyet, acziyet kokuyor derim. Nasıl olur da kökleri 60 yıl öncesine dayanan bir halk hareketinin varisleri böylesine acziyet içerisinde olabilirler? Utanın beyler. Utanmanız lazım. Bilinçli bir şekilde ‘Aman ha AKP ye yaramasın bu kararımız’ diye diye halktan uzaklaştığınızı nasıl göremezsiniz? Dün arkanızdan sol diktaya ve askeri cuntaya karşı sizi can simidi olarak görerek arkanızdan gelen halka ‘Bu halk saf’ diyebiliyorsanız, siz geçmişinizi bilmiyorsunuz, geçmişten gelen demokrat mirası hak etmiyorsunuz demektir. Sahi, zaten sizin demokrat geçmişiniz yok ki…
Bir söz de bu partiye ve bu davaya ömrünü adamış, ülkenin geleceğinin demokrat zihniyette olduğunu halka anlata anlata, her türlü devlet imkanına, seçim yardımına rağmen %10’larda kalabilen MHP’nin yarısı kadar oy almayı başarmış Süleyman Soylu’yu yok sayan popülist Demokrat Partililere olacak. Alın size işte Zeybek’le efe tarzı popülizm. Şimdi gidin, rahmetli Menderes’in idam edildiği darbenin mimarlarının mirasçılarıyla ülkeyi AK Parti’den kurtarın. Sonunuz Hasan Keyf gibi olduğunda da ‘Bu halk aptal’ mı diyeceksiniz?
Son sözüm de tüm muhalefete. İktidar olan bir partiyi iktidardan almanın yolu, iktidarın yanlışları konusunda halkı ikna ederken, daha demokrat, daha refah bir Türkiye için atacağınız adımları da onlarla paylaşıp halkı ikna etmeye çalışmaktır. Halkı ikna edecek bir tek proje vardır, benden size kopya olsun; ‘Samimiyet’. Evet, samimi olduğunuz konusunda halkı ikna edemeyecekseniz, projelerinizin de hiçbir hükmü olmayacaktır. Sen kalkacaksın, kökünden yanlış bile olsa, ülkenin %24’ünün saygı duyduğu din adamlarına lafı sokacaksın, eserleri dünyanın dört bir yanında akademik inceleme konusu olmuş İslam alimine her türlü hakareti yapacak, insanların değerleriyle oynayacaksın. Sonra da ‘İttifak yapalım, başka çaremiz yok’ diyeceksin. Ahmet Haşim gibi;

‘Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin,
dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten’

Diyemedikten sonra, bu millet size ne iktidar yüzü gösterir, ne de kendi yüzünü. Varsa yoksa ‘Halkın çocuğuyuz’ diye kendinizi avutur durursunuz artık.

Bu millet, koalisyonlar döneminde yaşananları unuttu mu sanıyorsunuz? Ellerinizdeki bildirileri, ‘Ülkenin huzur ve güven ortamını bozmamak için…’ diye okuyup, midenize sindirebildiklerinizi bu halk sindiremez. Sindiremeyeceği için de yutmadı. Yutmadığı için de bugün Mesut Yılmaz’ın adını memleketinde bile anan yok. Bahçeli, gitti, geldi, Allah’tan camiası vesayetçi. Ağar ve Mumcu’nun adını anan var mı?
İsim polemik olmasın diyerek yazmayım. Devlet Bakanlığı yapmış bir devlet büyüğü demişti ki, ‘İki tip insan vardır. Biri önemli insan, diğeri değerli insan’. Önemli insan, makamı, mevkisi, sıfatı, etiketi, parası gibi varlıkları sebebiyle önemlidir. Bunlardan kendisine önem kazandıranı kaybettiği anda, yüzüne bakan, kuyrukta sıra veren olmaz. Diğeri de değerli insandır. Onu değerli yapan, fikri, zikri, şahsiyeti, eserleri, memleketi, davası için ortaya koyduklarıdır. Kendisi hangi makamda olursa olsun, halkın gözünde asla değerini yitirmez’.
İşte budur. Bazı zevatın, kendisinin sadece önemli olduğunu, değerli olmadığını gördüğü anda aslında birçok şey değişecektir bu ülkede.
Yoksa milletin değerlerine saldırmaları, kendi değersizliklerini örtmek için olmasın?