Koronavirüsün arz-ı endam ettiği ilk birkaç hafta geride kalmış, ileriye dönük tedbirler televizyon kanallarında gün boyu saat be saat tartışılmakta. Genlerimizin bu virüse karşı dayanıklılığı, kelle paçanın faziletleri, bize bir şey olmaz rahatlılığı ile yapılan avuntular, akl-ı selimin galip gelmesiyle terk edilmiş durumda.

Daha sonraki günlerde işin vehameti anlaşılmakla, test, temas mesafesi, maske ve hijyenik koşullar, Sağlık Bakanlığı’nca vatandaşa, suya sabuna dokun, temassız evde kal uyarılarıyla öykünün yazıldığı bu güne şu saate sağ salim gelmiş bulunuyoruz.


Curcuna mahallesinin denize doğru uzanan Dutyemez sokağındayız. Nisan ayı ortasında günlük güneşlik bir bahar havasını soluyoruz. Sokak dik bir yokuştan ibaret. Denize inişte sokağın tam ortasında büyükçe bir hastane var. Hastanenin tam karşısında da  Yakamoz apartmanı.

Apartman yarı bodrum, yüksek giriş ve artı iki kattan oluşmuş elli altmış yıllık bir yapı. Sağındaki solundaki yüksek apartmanların arasında kuş yuvası gibi kalıyor. Her katta ikişer daire var. Teras katın denizden tarafa  olanında emekli bisiklet tamircisi Hicabi bey ve eşi Nadide hanım yaşıyor.

Yaşları ilerlemiş fakat hayata iyi tutunabilmiş tipler. Bitişik komşuları ise kırk yıllık dostları emekli bakkal Fahri bey ve eşi Safinaz hanım. Fahri beye müşterileri yıllarca Farabi diye seslendikleri için halk arasında ismi Farabi olarak biliniyor.

Yaklaşık on gün önce, tedbir ve izolasyon amacıyla altmış beş yaş ve üzeri yaşta olanlara “Evde kal” anonslarıyla sokağa çıkma yasağı konuldu. Bazı gençler uyarının ve duyuruların ilk saatlerinde vazifeden görev icat edip, sivri  akıllarınca dalga geçilebilecek  yaşlıları arar oldular.

Yaşlılarımız yol kenarlarında türlü çeşitli, yerli – yersiz uyarılara maruz kaldılar. Kimi gençler “Amca ne işin var git evine…Dur hele tak şu maskeni” deyip bir haftalık berber çırağı misali  o amcanın tepesinden kolonya serptiler. Bir caddede bankta yan yana oturmuş iki yaşlı vatandaşa bir apartman dairesinin balkonundan “Ne oturuyorsunuz, hadi evinize , hadi hadi kalkın gidin “deyip içi su dolu balonu üzerlerine atıp “Tam isabet” diye bağırdılar.Utanıp sıkılmadan kendi zevzekliklerine kahkahalarla güldüler..

Gelelim Yakamoz apartmanının sakinlerinden Hicabi ve Farabi beylerin bu günkü hal ve gidişlerine...

Hicabi bey yaşlılara önerilen yasal izolasyonun kurallarına uyarak  bu pazar gününün kuşluk vakti küçücük balkonuna çıkmış altına çektiği tabureye oturmuş eşi Nadide hanımın yeni demlediği çayını yudumluyor. Bir taraftan da iki ay önce sahaftan aldığı ancak tamamını okumadığı bir kitabı karıştırıyor. Aradan on beş yirmi dakika geçer geçmez Farabi bey de kendi dairesinin balkonuna teşrif ediyor. Kırk yıllık iki dost selam sabah faslından sonra koyu bir sohbete dalıyorlar.

-Hicabi bakıyorum balkona postu sermişsin. Balkon mu, Alamut Kalesi mi ? Belli değil, bir türlü anlayamadım.

-Üç metreye bir buçuk ebadında bir balkon, beğenemedin mi?

 -Beğenmesine beğendim de, teşkilatına techizatına bir anlam veremedim!.

 -Ne varmış müştemilatta? Kaçak göçek bir durum mu var?

-Var ya! Başına iş alırsın Hicabi. Söylemedi deme.Ne o ajanlar gibi balkonu donatmışsın. İki adet bisiklet aynası biri Marmara denizini gözetliyor diğeri yokuşun ilerisindeki meydanı dikizliyor. Ne o tam köşede pompalı bisiklet kornası.Seyyar dondurmacı mısın be kardeşim. Eh bi de teleferik kurmuşsun çamaşır telinden nereye bağlandığı belli değil..Evlere kapandık kaldı isek  kafayı  yemen şart mıydı be arkadaşım ?.

-Yoo ne münasebet, buna tedbir derler tedbir. İki hafta öncesinden iki ay yetecek gerekli ve acil erzağı aldım. Aynalara taktın ya kafayı.. Onlarla yolu gözlüyorum. Tam zamanı, çilek geçer portakal geçer ,rahmetli Barış Manço’nun dediği gibi, domates biber patlıcan geçer o yüzden diktim aynaları iki köşeye.

-Anladım. Pekiii teleferiğin işi ne balkonda. Bu yaşta yamaç paraşütüyle uçacak halin yok. Bari teli beş yüz metrelik alsaydın da karpuz kabuğu denize girdiği  zaman havada salına salına sahile heyecanlı bir iniş yapsaydın. Denize balıklama dalsaydın.

-Farabi bakıyorum sen işin gırgırındasın. Ben ciddiyim. İki üç günde bir çöp poşetlerini alt köşedeki konteynere atacağım. Bak ben senin traşına bi şey diyor muyum. Berberler kapalı traşını kim yaptı diye soruyor muyum,

-Çekinme  Hicabi haydi sor sor.Hanımım yaptı traşı. Sağ olsun  hünerlidir .İyi olmuş mu

-Sıhhatler olsun kardeşim gayet iyi olmuş.

-Kusura bakma Hicabi kardeşim, benim balkondan alt köşeyi rahat göremiyorum. Telin ucu nereye gidiyor neye bağlı tam olarak kestiremedim. Pekiii pompalı bisiklet kornası ne işe yarıyor ?

 -İşin aslına bakarsan işime en çok korna yarıyor.

-Desene senin korna,”Korna Koronavirüs’e  Karşı” filminin baş rol oyuncusu. Benim haberim şimdi oluyor. Oynatmama az kaldı  sinemam nerde?.Bi  beyaz perde gerek bi de “Pek yakında bu sinemada” yazısı.

-Geç dalganı geç dalgacı Mahmut.Pardon dalgacı Farabi .Biliyorsun sesim yıllardan beri alçak çıkar, hiç kimseye yüksek sesle bağırıp çağıramam. Aynalardan yolu gözlerim. Bir temizlik işçisini gördüğümde kornaya birkaç defa basarım. Bana baktığında konteyneri ve poşeti gösterir tornistan alt köşeye yollarım.

-Helal be Hicabi.Macit mucit gibi adamsın,aferin. Yollarım dedin de aklıma geldi. Televizyonlar maske savaşlarından bahsediyor. İtalya’nın İspanya’nın Çin’e sipariş verdiği maskelere Fransızlar el koymuş. Fransa’nın maskelerini de iki misli fiyat veren Amerikalılar zapt etmiş. Gücü yeten yetene bir ortamda biz Türkiye olarak İspanya’ya, İtalya’ya İngiltere’ye ve daha birkaç ülkeye maskeler ve tıbbi malzemeler yolluyoruz. Millet olarak bize madik atılsa da,bize yapılanların aynısını biz hiçbir ülkeye yapmıyoruz. ”Al atını ver tımarını” demiyoruz.

-Ne demek istediğini tam anlayamadım. At,arpa,yulaf,tımar.Sahi Farabi ne demek istedin.?

-“Alacağını al ,vereceğini ver” demek istedim Hicabi. ABD’si , Avrupa’sı değerimizi ,erdemimizi bilsin istedim. Bazı ülkelerden, paralarını verdiğimiz halde alamadığımız neler var neler, demek istedim.

Ne demiş atalarımız sahi ne demiş?...” İyiliğe iyilik her kişinin işi, iyiliğe kötülük şer kişinin işi, kötülüğe iyilik er kişinin işi”… Vesselam.