Yeryüzünün kış mevsimiyle beraber kuruyan örtüsü, bahar mevsiminin yaklaşması ve yağan yağmurların etkisiyle canlanır ve yeşerir. Bu tarihlerde doğa âdeta serpilir ve açan çiçekler, öten böcekler ile beraber yeniden doğar. Topraktaki bu devinim ve havaların ısınmasıyla insan benliğinde de diğer tüm canlılar gibi târifsiz bir heyecan ve mutluluk belirir. Baharın gelişiyle birlikte hiç olmadığı kadar yeni hayallere dalıyor ve türlü beklentiler içine giriyoruz ve arzularımızın gerçekleşmesine dâir inancımız artıyor. Bir nevi yeniden doğmuş gibi bir hissiyata kapılıyoruz bu dönemde.
Doğu-Batı
Ülkemizin batısına nazaran, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde birlik, beraberlik, özgürlük, kardeşlik gibi kavramlara daha derin manevi anlamlar yüklenerek halaylar eşliğinde kutlanan nevruz bayramına, bölge halkları nazarında bireysel hak ve özgürlüklere, kültürel formlara getirilen prangalardan kurtuluş ve özgürlüğe kavuşmak gibi anlamlar da yükleniyor. Bu bakış açısı sebebiyle geniş bir taban bulan nevruz kutlamaları, tahmin edilenden daha çok yer alıyor basında. Tabii siyasî mesajlar verilmekten de imtina edilmiyor farklı partiler ve taraflarınca. Dillerde hep aynı şarkı terennüm ediyor bu dönemde: Hepimiz kardeşiz.
“Biz Kürtlerle kardeşiz, etle tırnak gibiyiz. İç içeyiz. Yüzyıllardır biribirimize kız aldık kız verdik. Eeeeeee, insan kardeşinin dilini keser mi, yetmiş yıldır onu asimile eder, kültürünü yok eder, bütün insanlığını, kültürünü elinden alıp dımdızlak bırakır mı?” (Yaşar Kemal)
Bir Garip Kardeş Kavgası: “Türk ile Kürt”
Kürt Türk’ü, Türk de Kürt’ü anlamadı on yıllardır. Birbirlerine düşürüldüler, “bir” olamadılar, dolayısıyla “biz” olamadılar. Birbirleri için hep “öteki” oldular. Yok saydılar dillerini, müşterek inanç, tarih, kültür, örf, anâne ve öte dünyaya ilişkin değer yargılarını. Gizli bir el izin vermedi buna ve kutuplaştılar. Hükümet kanadında Cumhuriyet tarihinden bu yana Anglo-Sakson ideolojinin tâlimatlarıyla hareket eden “devletli seçkinler”eliyle Kürt Halkı’na reva görülen zûle ikna olunmuş yönünde bir hava hissediliyor. Bu doğrultuda dolaylı olarak söylemler duysak da, bunu halk tabanına aksetmek sosyo-psikolojik kırılganlığın yarattığı konjonktür itibariyle mümkün görünmüyor. (AKP Hükümetinin sıkça dış güçlerin, yani; ‘ABD, AB, Rusya ve belki de tamamına çobanlık eden İsrail-Siyonizm’in desteklediği PKK terör örgütü eskisi gibi gençleri kandıramıyor. Dağa çıkma oranları her geçen gün azalıyor ve teslim olanların sayısı da artıyor.’ şeklindeki açıklamarını hatırlarsınız.)
“Selahattin Eyyûbi’yi sevdiğimiz gibi sevmeliyiz Kürt kardeşlerimizi…”
Tarih İlminin Öğrettikleri
İbn Haldûn tarih ilmi için: ‘Tarihin içsel anlamında, spekülasyon ile gerçeğe ulaşma, mevcut olguların nedenleri ile köklerini zekice açıklama çabası ve olayların nasıl ve nedenlerine dair derin bilgi bulunur.’ der.
O halde gelin ve Türk-Kürt kavgası üzerinden yakın tarihimize baktığımızda bu ifadelerin nasıl karşılık bulduğuna örneklerle bakalım...
2011 yılında Van’da meydana gelen depremde ülkemizin dört bir yanından hiç bir ayrım gözetmeden yapılan maddi-manevi destek, aslında bir problemimizin olmadığının, zihinlerimizin ırkçı duygularla körüklenerek nasıl da ayrıştırıldığının resmi değil midir? Söz konusu depremde ülkemizin batısı, bölge halkı Kürt olduğu için sırt çevirmedi. Kendinden bildi. Yanı sıra asrın felaketi olarak nitelendirdiğimiz 6 Şubat depreminde de maddi ve manevi olarak ülkemizin gösterdiği seferberlik ayrışmak için hiç bir sebebin olmadığını, şu kısa dünyada insan olarak birbirimize ne kadar ihtiyacımızın olduğunun kanıtı niteliğinde. Bu noktadan baktığımızda birbirimize ne derece yakın iken uzaklaştırıldığımızı görebiliyor musunuz? Bir örnek daha vermek gerekirse, 2019 yılında Diyarbakır’da başlayan ve bugünlerde de devam eden evlatları dağda olan annelerin HDP binası önündeki eylemleri hepimizin malûmu. Ciddi bir destek oluştu kamuoyunda, sıkça haber yapıldı, ünlüler akın etti ve eylemin devam ettiği şu günlerde, destekler de devam ediyor.
Bu iki örnek gösteriyor ki Doğu ve Batı halkları arasında sorun yok. Sorun yaratıp ülkeyi birbirine kırdırmak ve istikrarsızlaştırmak isteyen Anglo-Sakson ideolojisinin bir oyunu var.
Başka Bir Nevruz
Evet, bugüne kadar bu söylemler temenniden öteye geçemiyordu ve yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştığımız sorunlar, sorunsala dönüşüp büyüyordu. Fakat Bahçeli’nin Ekim ayında partisinin grup toplantısında tarihe geçen açıklamaları, barış adına büyük bir meşalenin yakıldığının habercisi gibiydi. Nitekim olası tepkileri önlemek adına izlenen tedrici politika başarıya ulaşmış görünüyor. Devlet Bahçeli’nin sözünün ettiğimiz açıklamaları gün geçtikçe HDP’li vekillerce de pratiğe döküldü. Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler sonrasında da barışa yönelik sağduyulu açıklamalar gelince daha önce olmadığı kadar uygun bir zemin oluştu ve bu noktaya gelindi.
Diğer yandan geçmişe takılmamalı ve süreci baktalayacak bir tutum içinde olmamalıyız. Yıllardır süren bu kirli savaşta hassasiyetlerin karşılıklı olduğu gerçeğini kabul edip sindirmeliyiz. Hayır, hassasiyetler karşılıklı değil diyeniniz varsa eğer Diyarbakır HDP binasının önünde evlat nöbeti tutan annelere destek oluşumuzun kıymet-i harbiyesi ve mânâsı nedir? Mevcut konjonktürde geçmişe takılıp kalmanın kimseye faydası yok. Kayıplar yürek burkuyor, acılar büyük ve sancılı fakat geçmişe perde çekmemek için daha ne kadar kan akmalı. Sizce de artık barışın zamanı gelmedi mi?
Umut ediyorum ki bu nevruz, oynanan oyunların net olarak bozulduğu ve birlik ve beraberliğimizin daim olduğu gelişmelere vesile olur.
Bitirken;
“Tanışıp kaynaşın diye sizi milletlere/kabilelere ayırdık.”*(1) diyen bir Rabb’miz;
“Arabın aceme; acemin Arap olana üstünlüğü yoktur.” diyen peygamberimiz (s) var.
O halde; insana, insan olduğu için değer verilmeli, anlayışının Türk ve Kürt halklarının şîarı olması temennisiyle herkesin nevruz bayramını kutlarım.
Ne mutlu insanın diyene..!
Nevruz bayramımız kutlu olsun!
Dipnot:
*(1): (Kur’an’ı Kerim, Hucurat Sûresi 13. âyet)