İnsan, Allah’ın mükemmel bir biçim­de yarattığı varlıktır. Buna rağmen fertler zaman zaman bilerek ya da bilmeyerek ahlâka, dine ya da yasalara aykırı davranışlar sergileyebilirler. Ömür sürecinde hemen herkesin bu tür bir davranış veya tu­tum sergilemesi olağandır. Zaten Hz. Peygamber, "Bütün insanlar hata yapar, hata yapanların en hayır­lısı ise hatasından dönendir”. sözüyle bu hususa dik­kat çekmiştir.
İslâm kişilerin sergilemiş olduğu bu tür menfi davranışların, araştırılması ve açığa vurulmasını değil, gizlenmesini emretmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bir kul bu dünyada başka bir ku­lun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter." buyurmuştur.
Dinimiz insanları küçük düşürmek amacıyla onların günahlarını ve ayıplarını toplum içinde sayıp dökmeye ve kişilerin özel hayatlarını, aile mahremiyetlerini ortadan kaldırıcı hareketlere izin vermemiştir. Bu tür hareketler ahlâksızlık olarak kabul edilmiştir. Nitekim "Ey inananlar! Zandan kaçınınız, zira zannın çoğu günahtır. Bir kimsenin noksanını ve ayıbını araştırmayınız." âyeti bu yasağı dile getirmektedir.
Resûlullah (s.a.s.) bir gün minbere çıkarak; ayıp araştıranların zayıf imanlı kişiler olduğuna işaretle sözlerine şöyle devam etti: "Ey diliyle inanıp henüz kalplerine imân girmemiş olanlar! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Onların ayıplarını araştırmayı­nız. Kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da onla­rın ayıplarını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa onun evinin içinde dahi ayıbını açar, perişan eder."
Ayıpların araştırılıp ortaya dökülmesi; insanları bir­birine düşürmekten, aralarında kin ve düşmanlık to­humları ekmekten, fenalıkların yayılmasından başka bir şeye yaramaz. İnsanların gizli kalmış kusurlarının açıklanması, herkese duyurulması toplumda utanma duygularının yok olmasına, sosyal kontrolün azalmasına ve böylece ahlâksızlığın süratle yayılmasına da sebep olur. Pey­gamberimiz ve ashabı, kimsenin ayıplarını araştırma­mış ve araştıranları da şiddetle kınamıştır.
Peygamberi­mizin; "Din kardeşini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, o suçu (günahı) kendisi de işlemedikçe ölmez. " uyarısını da hiç bir zaman unutmamamız gerekir. Kusurlu kişinin ettiği tövbenin Allah tarafından kabulü düşünülecek olursa dedikoducu, fesatçı ve ayıpları araştıran kişilerin vebal altına gireceği muhakkaktır. Hz. Peygamber (S.A.V) "Müslümanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmaya çalışırsan, onları ifsâd eder veya ifsâda yaklaştırmış olursun" hadisi şerifiyle bu tür davranışların toplumu fitne ve fesâda sürükleyeceğini ifade etmiştir.
Dinimiz, bir kimsenin ayıplarını, kusur ve hatalarını araştırıp, açığa vurmayı yasaklarken, kul hakkına taalluk et­meyen, zulüm ve haksızlık olmayan, söylenilmesi ha­linde kimseye fayda sağlamayan türden olanlarını örtmeyi ah­lâkî bir fazilet olarak değerlendirmiştir. Yüce Allah'ın isimlerinden birisi de "Settârül uyûb" dur. Yani "ayıpları örten" dir. Hz. Peygamber, ayıp ve kusurların örtülmesi ko­nusunda, "Kim müslüman kardeşinin ayıbını görür de onu örterse diri diri kabrine gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur." buyurmuştur.
Kendi gü­nah ve kusurlarını lakayt bir şekilde başkalarına anlatmak da dinimiz tarafından yasaklanmıştır. Böyle hareket edenler, Allah'ı, Resûlünü ve mü'minleri adeta hafife almış, kötülüklerini iyilik, gü­nahlarını sevap, bayağılıklarını fazilet saymış olurlar. Bu durum işlenen günahın toplumda yaygınlaşmasına, onun normal bir davranış olarak algılanmasına ve kendisinin de hor görülmesine sebep olur.
Bizler öncelikle kendi kusur ve hatalarımızı aramalı, bunları açığa vurmaktan haya etmeli ve imkan ölçüsünde düzeltmeliyiz. Başkalarının ne kadar ayıp ve kusurlarını örtebilirsek, ahiret gününde de o kadar ayıp ve kusurumuzun örtüleceğini düşünmeliyiz. Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslam’a göre ayıp ve kusurları ifşa etme­nin değil örtmenin erdem olduğunu asla unutmamalıyız.