Masal bu ya, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, deve gazyağı satıp aç, pire fitne satıp tok yatarken; uzak bir memleketin, ücra bir köşesinde üç candan arkadaş yaşarmış. Adları Abidi, Akipi ve Pakiki’ymiş.
Abidi belli etmeden kendini kayırsa da, bu arkadaşlar birbirlerini çok severler, aklınıza gelebilecek her fedakarlığı yaparlarmış. Hani “Çiğ tavuğu yemek” diye bir deyim vardır ya, işte bunlar da birbirleri için çiğ tavuğu yerlermiş. Yalnız bunlar tavukları hep Akipi’nin babasının kümeslerinden aşırıp yemeyi severlermiş. Ne zaman acıksalar, soluğu Akipi’nin babasının tavuk çiftliğinde alırlar, çaktırmadan karınlarını tıka basa doyururlarmış.
Akipi bu durumdan hiç rahatsızlık duymaz, “Kardeşlerim yiyeceğine arkadaşlarım yesin. Benim için onlar önemli” der, içini rahatlatırmış.
Öteki iki arkadaş da boş durmaz, arkadaşlık için fedakarlıklar yaparlarmış; örneğin ne zaman masal gereksinmesi olsa Abidi’lerin evlerine konuk olunur, orada en son masallar bir güzel dinlenip huzur bulunurmuş. Pakiki de fedakarlıklar yaparmış. O gece uyumayanlara “Öcüü!” yapıp uyutarak katkı sağlarmış üç kişinin candan arkadaşlığına.
Yani birinden karın doyurulur, ikincisinden masal dinlenir, üçüncüsünden “Öcü” hizmeti alınırmış.
…
Gel zaman git zaman Akipi’nin ailesi bu üç arkadaşın israfçılığından bıkmış usanmış. Bir gün Akipi’nin babası biri oğlu olan, bu üç berduşu karşısına almış, öğütlerde bulunmuş. Önce Abidi’ye yüklenmiş; “Bak evladım. Bu iki yarım akıllıyı yoldan çıkaran, böyle ipsiz sapsız yapan sensin. Peşlerini bırakmazsan, senin bacaklarını kırarım, ona göre!” diye korkutmaya çalışmış. Bu sözler bir süre etkili olmuş; ama, ancak bir süre. Abidi hem kurnaz hem de kinciymiş; bir gün Akipi ile Pakiki’yi nelerle kandırdı ise, akıllı davranamaz hale getirdikten sonra tavuk çiftliğine götürmüş. Akipi’nin babasını çağırtmış, adamcağız daha ne olduğunu anlayamadan, bir koluna Akipi, bir koluna Pakiki girmiş; Abidi eli kolu bağlı adamı Allah yarattı dememiş, çok fena hırpalamış.
…
Abidi o denli hınçlıymış ki, öcünü almasına bu da yetmemiş; Akipi’nin babasını ve kardeşlerinden güçlü kuvvetli görünenlerini kümeslerin bekçi kulübesine hapsettirmiş. Üç candan arkadaş çok mutluymuş; arada kulübenin kapısına kadar gidip, içerdekilerle alay da ederlermiş. Genellikle Abidi ile Akipi baş parmaklarını burunlarına dayayıp, kaval çalar gibi hareketlerle nanik yaparlarmış. Pakiki’nin alay etme yöntemi farklıymış; o iki işaret parmağını gözlerinin altına bastırıp çeker, gözlerini belertir, “Öcüü!” yaparmış.
Üç arkadaş bunları yaptıktan sonra o kadar keyiflenirlermiş ki, üçer beşer kesip yedikleri tavukların şişirdiği göbeklerini tuta tuta güler, sonra keyiften kendilerini yerlere atarlarmış.
…
Abidi bir gün düşüncelere dalmış, düşündüklerini önce Pakiki’ye açmış ve hemen kabul görmüş: “Öyle ya” demişler ikisi, “Akipi’nin kardeşlerinden güçlü olanları babasıyla birlikte kulübeye kapattık, kurtulduk. Peki, asıl çoğunluğu oluşturan ve sessiz sessiz duran öteki kardeşleri, annesi, yeğenleri de bir gün tutup bol bol tavuk yememize engel olmaya kalkışırlarsa ne yaparız? O denli çoklar ki, baş etmek mümkün olmaz.” deyip bunların da kulübeye kapatılmasını istemişler. Akipi de bu karara canı gönülden katılmış. Herkesi içeri tıkmak için bahaneler aranmaya başlanmış; sonunda güneşin inatla doğudan doğmasını sebep olduklarını bahane edip Akipi’nin öteki erkek kardeşlerini; “Bir haftanın sekiz gün değil de yedi gün sürmesine sebep sizsiniz!” deyip, annesini ve kız kardeşlerini; “Kışların çok soğuk, yazların da çok sıcak geçmesine siz sebep oluyorsunuz!” diyerek tüm yeğenlerini kulübeye kapatmışlar.
Bu arada Pakiki’nin çok küçük bir isteği varmış, kümeslerden birinin kendisine verilmesini, hiç kimsenin bu kümesten tavuk yememesini istiyormuş.
Abidi ve Akipi bu isteği güle oynaya kabul etmişler. Kalanlarını da zaten ikisi ortak kullanacaklarmış. Ve Abidi’nin asıl kurnazlığı şuymuş; Pakiki’ye verilen kümes aslında Abidi’nin kendine ayırdığı özel kümesiymiş, orayı boşalttırıp gazyağı dükkanı açacakmış. Pakiki de Akipi gibi biraz safça olduğundan bunu düşünemiyormuş.
…
Gelelim kulübeye; gün olmuş, kulübedekiler açlıktan birer ikişer hastalanmaya başlamışlar.
Ama, üç candan arkadaş, buna zerre kadar inanmamışlar; kendilerini rahatsız etmek için kötüniyetle hastalandıklarını söyleyip, ne yemek vermişler ne de ilaç.
Sonra kulübedekiler açlıktan ve hastalıktan birer ikişer ölmeye başlamışlar.
…
Bu masal bitmemiş, o uzak memlekette hâlâ sürmekte imiş…