TİRE-ÖDEMİŞ-BİRGİ (2)

TİRE’DE KAYBOLAN ZANAATLAR
II. Mahmut devrinin Baruthane Bakanı Gürcü Mehmet Necip Paşa tarafından 1827- 28 yılları arasında yaptırılmış olan Gümüşpala Caddesi üzerindeki Necip Paşa Kütüphanesi’ni geçip Meydan’a çıkıp oradan Arasta’ya ilerliyoruz. 2.000’in üzerinde elyazmasını barındıran bu eşsiz değerdeki binayı güvenlik koruyor. İçerde sorumlu Ali İhsan Yıldırım Bey’i ziyaret ediyoruz. Az ama öz konuşan Ali İhsan Bey’in müstakil çalışmaları ve değerli araştırmaları mevcut.
Meydan’da ne olacağına tam karar verilememiş hatta bunun için kamuoyu yoklaması yapılmış kısmı yani kazı alanını geçip turun daha çok yöresel kültür ve geleneksel el sanatları ile zanaatçılarının bulunduğu kısma geçiyoruz. Çarşı-pazardan çok amacımız unutulmaya yüz tutmuş hayatta kalma mücadelesi veren işkollarını tanımak ve bilgi almak.
Kendimden hatırlıyorum; misal benim sünnet yorganım Ödemiş’ten ama sanırım ağabeyimin ki Tire’dendi. Yusuf Çırpar ve oğulları bu işi devam ettirmeye çalışıyor Tire’de. Benim yorganı usta onu nasıl diktiyse hala eskimedi, yırtılmadı ve ara sıra misafir geldi mi kullanırız. Ben bu kadar sağlam başka bir yorgan görmedim bu yaşıma kadar. İçi fırın gibi; soğuk işlemez ve sabah kalktın mı sopa yemiş gibi kalkarsın; mübarek yorgan değil beton sanki. Üstündeki desen o kadar çok karmaşık ve girift ki halı gibi işlenmiş, alın teri göz nuru paha biçilmez.  
Tire’deki köklü kültürel altyapı ve zanaat anlayışı zamanla ekin olarak yerleşmiş ve bugüne kadar gelebilmiş. Yalnız hepsi değil. Bu işkollarından bazıları günümüzde sürse de bazıları neredeyse yok olmak üzere. Bunun için turunuzu Salı gününe denk getirirseniz, Tire’ye özgü zanaatları görme, ustalarla tanışma şansını yakalayabilirsiniz. Biz de öyle yaptık. Turumuzu özellikle Salı gününe denk getirdik ve sabahtan ilkin Tire’yi ziyaret ettik ki, Tire’nin meşhur urgancısı ve kolancısını görelim, nalıncısını görüntüleyelim ve keçecisine uğrayıp nasıl keçe yapıldığını kaydedelim diye…
Tire Çarşı, (eski) Arasta kısman ayakta kalan Tire’nin eski çarşısının bir kısmı. Ben küçüklüğümden hatırlıyorum, Tire Pazarı denildi mi içinde kaybolurdunuz… Aslında göreceğiniz zanaatlar Pazar günleri hariç diğer günlerde de açıktı önceleri. Yalnız sayıları azalıp yok olmaya yüz tutunca genelde insanların en yoğun alışveriş günü olan Salı günü tam gün açık tutmaya başladılar. Bilseler insanlar sair günlerde de gelecekler o günlerde de açacaklar. Yalnız sıkıntıları yok mu var elbette. Hem de çok. Bugün Tire çarşısında artık görmediğimiz zanaatlar söz konusu. 
Bu kadar zanaatçının Tire’de yoğunlaşması bir tesadüf değil. Göçlerle, Tire’de sanat ve zanaat ilerledi. Bugün hala Tire çarşısındaki söz konusu dükkânlarda bu geleneksel çeşitliliği, üretimleri görmek mümkün. Bunların arasında en göze çarpanlar; kalaycılar, semerciler, keçeciler, nalıncılar, saraçlar, yularcılar, urgancılar... Özellikle, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul fethinde, gemilerini Tire’nin sağlam urganlarıyla karadan çektirdiği söylenegelir. Yalnız bugün urgancılık bitti bitecek. Tek bir ustamız var, Rıfat Göbekli, o da kira ödeyemediği ve ürettiği masrafını karşılamadığı için evinde üretim yapmaya çalışıyor.
Ona acilen bir el uzatıp kira ödemek zorunda kalmayacağı veya cüzi bir miktarla bu maliyetten kurtaracak bir yardım eli, bir anlamda koruma lazım. iş bununla da bitmiyor. Yanına çıraklar verilmeli ki zanaatı (Allah uzun ömür versin!) kendisiyle mezara gitmesin. Yeni ustalar yetişsin ve bu işkolu sürsün. Hatta Tire’de bu zanaatları içeren meslek yüksek okulu öğretime açılıp yorgancılıktan urgancılığa tüm ustaları, usta öğretici ya da atölye hocası olarak ders verdirilsin. 
Kabak Kemaneci, İrfan Usta da aynı durumda. Allah korusun öldü mü bu sanat da kendisiyle birlikte yok olacak… Kabak kemane Türklerin Orta Asya’dan getirdiği bir müzik enstrümanı. İlk kemane at kafatası, atın kemiğinden yay ve atın kılından tel olarak yapıldı. Bunun adı ‘ırklığ’dır. Kabak daha sonraki değişen kısmıdır. Telleri ve yayı da. İzmir Radyosu’nda uzun yıllar kabak kemane ustası olarak bilinen sanatçılarımız Salih Urgan ve Bayram Bağdatlı’dır. Benim Atatürk Lisesi’nde dönem ödevimdi ve o günlerde bir gün Tire’ye gelmiş sonra da İzmir Radyosu ve zamanın İkiçeşmelik’teki enstrüman satan sanatçı büyüklerini ziyaret ederek iyi bir çalışma yapmıştım. 
Bir zamanlar sadece çobanlara kepenek olan keçeler, bugün Tire çarşısında, iç dekorasyonda yer alacak, yurtdışından ilgi görecek kadar, özellikli olarak yapılıyor. Keçeci Arif Usta, en geç ustamız. 3. kuşak olarak devam ediyor zanaatına yani sanatına. Oğlu eğer devam ederse 4. kuşak olacak. Cemil, Arif’in kardeşi. Fotoğraf çekimine karşı tiki var. Sakın onun ve içerdeyken dükkânın fotoğrafını çekmeye kalkmayın. Baladi Dokuma ise, Tire’ye Yahudilerin getirdiği bir sanat. Onlardan bize kalmış ve biz de devam ettirmişiz. Nalıncılık da nerdeyse bitti bitecek. Bu arada iki türlü nalın var. Gelin Nalını ile camide abdest alam ve hamam nalını. Cami ile hamam nalını da kendi arasında erkek nalını ve kadın nalını olarak ayrılıyor. Cemil Tolga 60 yıldır bu işi yapıyor. Kendisini mutlaka ziyaret etmelisiniz. 
Saraç işi yok olmaz üzere ve tek-tük kaldı çünkü hayvancılık bilhassa at ve eşek taşımacılığı sona ermek üzere. Bazı köyler dışında Tire’de, Ege’de neredeyse ortadan kalktı bu zanaat. Ona keza semercilik de can çekişiyor. Tek dükkân kaldı, çünkü artık eşek ve at yok olmak üzere dediğimiz gibi. Dağ köyleri sayesinde ayakta duruyor… Arasta’da girer girmez sola sapınca yeni bir dükkân gözüme çarptı. Neyzen. Mustafa Sağlam buraya taşımış, bu dükkânı yeni açmış. Dedik biz de üfleyelim. Valla her şeyin bir usulü vardır derler ya, ney üflemek de ayrı bir iş. Bizim üflememiz çocukken oynadığımız kâğıttan ok atma işine benzedi biraz. Mustafa Hoca bana ne kadar zamanda üflemeyi öğrenebileceğimi söyledi; ne yalan söyleyeyim hemencecik orda vazgeçtim.
Son durağımız Fidan Pazarı’nın altındaki Lütfü Paşa Camii. I.Selim’in damadı ve Kanuni’nin de veziriazamlığını (1539-1541) yapmış Lütfi Paşa Aydın’da 1500’lü yıllarda Sancak Beyi olarak bulunduğu sırada bu camii yaptırmıştır. Yapım tarihini belirten bir kitabesi yok. Lütfi Paşa’nın 1543 tarihli vakfiyesinde caminin kurşun kubbeli ibadet mekânı olduğu, önünde de beş kubbeli, beş mermer sütunlu son cemaat yerinin yer aldığı yazılı. Ortadaki minber kurşun ama çevresi kiremitle örtülü. Minaresine gri granit sütunların desteklediği son cemaat yerinden çıkılıyor ama tabiî ki biz çıkmıyoruz. Minberi sade. Salepçioğlu Camii minberi gibi duvara yaslanmış. Bu tür minberlere hastayım. Neden mi bunu size sonra anlatayım isterseniz, konuyu dağıtmamak açısından…
Kuzeyinde Darül-şifa, güneyinde imarethane ile bahçesinde 15 odalı bir medrese ve dershaneler varmış eskiden. Şimdi yok. Lütfü Paşa’nın hayatı tam filmlik. Kolay mı adam Yavuz’a vezir olmuş. O zamanlar denirmiş ya birine kızınca “İnşallah Yavuz’a Vezir Olasın!” diye… Yavuz Sultan Selim kızdı mı direk cellâdı çağırırmış. Yanından, çadırından veya divanından sağlam girip kellesini bırakan çok olmuş…
İşte bizim Lütfü Paşa da kelleyi neredeyse teslim edenlerden… Arnavut devşirmelerden olup sarayda yetişmiş ve müteferrikalık ile saraydan mezun olmuş sonra sırasıyla Kapıcıbaşı ve Çavuşbaşı olmuştur. 1514’te Çaldıran seferi’ne katılmış, Çavuşbaşılıklan Sipahioğlanlarağalığına yükselmiştir. Nisan 1516’da Eğriboz sancağına 200.000 akçe dirlik ile tayin olmuş. Daha sonra beylerbeyi, 1534’te üçüncü ve 1538’de ikinci vezir. Ayas Paşa’nın ölümü üzerine Haziran 1539’da veziriazam olmuş.
Kanuni’nin kız kardeşlerinden Sultan Şah ile evlenmiş ama geçimsizlik yüzünden Sultan Şah kendisini boşamış. Lütfi Paşa, Dimetoka’ya sürülmüş, ikamete zorlanmış. Azlolunduğu yıllarda İstanbul’a gelip huzura çıkmış, hac farizasında bulunmak istediğini söylemiş. Bu isteğini yerine getirdikten sonra Dimetoka’da eser yazmakla ömrünü geçirmiş. 1562’de vefat etmiş ve Dimetoka’ya defnedilmiş. İyi bir teşkilatçı ve idareciymiş. 1554 yılına değin Tarih-i Ali Osmanî ve Asafname adında iki eseri kaleme almış. Bundan başka 20’ye yakın başka fıkıh ve kelam gibi teliflerin de sahibiymiş.
Bu arada Dimetoka, Yunanistan’da sınıra yakın Dedeağaç’ın 90 km kuzeyinde bir kasaba. I. Murat, Edirne'de Eski Saray inşa edilirken 5 yıl burada kalmış, oğlu Yıldırım Bayezit Dimetoka Sarayı’nda doğmuş. Dimetoka'nın kısa bir süre için, Osmanlı Devleti'ne (Bursa'nın yanı sıra ve Edirne öncesinde) başkentlik yaptığı söylenebilir. Yavuz ve Kanuni döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış daha çok. Yavuz babası II. Bayezit’i burada ikamete zorluyor ve yolda giderken zehirlettiriyor bir kısım tarihçilere göre.
Tire’den ayrılırken yağmur atıştırmaya başlıyor. Ya bizi bereketle uğurlamak için ya da aldığımız fidanlara can suyu vermek için. Her ikisi de olabilir. Canımız değil belki ama aklımız Tire’de kalıyor. Arkamıza baka baka Ödemiş’e doğru yola çıkıyoruz.
Sürecek…
{ "vars": { "account": "G-Z2YJHG8WBW" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }