Hafta başında yine Kuşadası Adalızade Mezarlığı’ndaydım; Deniz’in mezarının başında. Yedi yıldır aralıksız her sene Deniz’i ziyaret ediyorum. Deniz 16 Temmuz 2005’te bomba konulan araçta hayatını kaybeden 5 kişiden biri. Ufuk Yücedeniz ve Eda Gökyay da patlayan bombayla şehit olan vatandaşlarımız. Aynı araçta bulunan İrlandalı Tana Whalen olay yerinde, İngiliz Helen Pallhall ise kaldırıldığı hastanede yaşamlarını yitiren turistlerimiz. Olayı ve ayrıntıları hatırlamak için bir önceki yazıyı lütfen okuyun: http://www.turizmhaberleri.com/koseyazisi.asp?ID=1372
Olaydan sonra medyada devletin yaralı yabancı turiste 500.000 Sterlin, hayatını kaybedene de 1.000.000 Sterlin tazminat ödendiği haberleri yer aldı. Hatta hayatını kaybeden 5 vatandaşımız için devletin öngördüğü 70.000’er bin TL tazminat bedeline karşılık şehit ailelerince “onlarınki can da bizimki can değil mi” diye tepki bile gösterilmişti. Ben kamuoyunda kabul edildiği gibi şehit diyorum ama bu tanım resmen kabul edilmiş değil. Mevzuat gereği şehit olabilmesi için ya kamuda çalışırken görev başında ya da silahlı çatışmada ölmesi gerekiyormuş.
Son günlerde yaşanan yeni bir gelişme de o gün için ödenen paraların bugün geri alınmak isteniyor olması. Aydın’daki mahkemenin kararını Danıştay’ın ilgili dairesi bozmuş ve devletin kusurlu olmadığına karar vermiş. Buradan şu anlam çıkıyor: “Kusuru kendinizde arayın; suçlu sizsiniz”. Oysa terör olaylarında hayatını kaybedenler “şehit” kabul edilmeliler. Ya da en azından “terör mağduru”. Zira terör devlete karşı başkaldırıdır ve terör örgütü sesini duyurmak için silahlı silahsız eylem yapar. Silahlı saldırılarda masum insanlar canlı hedeftir. Dolayısıyla asıl hedef olan devletin bir nevi kalkanı olurlar ve eylemlere maruz kalırlar. Üstelik savunmasız ve suçsuz. Yani teröristlere “biz de sizi öldüreceğiz” demeden.
O halde terör saldırılarında kim hayatını kaybederse kaybetsin, şehit sayılmalı. Sırf üniformalı değil diye bu insanları sıradan ölüm sıfatıyla nitelendirmek arkada kalanları da derinden yaralıyor. Oysa hiç alakası olmayan olaylarda “terör mağduriyeti”nden söz edilir oldu. Misal son örnek Uludere. Gerçi bu örnek aslında iyi bir örnek değil ama şuan için 2005’te yaşanan bu olay da hukuki olarak Uludere ile kıyaslanıyor ve mesnet kabul ediliyor.
Konumuz değil ama Uludere’de yaşamını kaybedenler “terör mağduru” kabul edildi ama bu vatandaşlar bir terör saldırısında yaşamını kaybetmedi; aksine terörle mücadele eden devletin terörist sanarak vurduğu şüpheliler. Bir anlamda da suçlular çünkü sınır ötesi kaçakçılık yapıyorlar. Ölmelerinden kesinlikle memnun değiliz ama aynı şekilde sınırdan sızarak terör eylemi yapanların kılıfındaydılar. Sınır sızmalarından muzdarip terörle mücadelemiz de aslında gerekeni yapıyor ama bu sefer sınırdan sızanlar terörist değil kaçakçı. Farklı mı? Oraya girmeyelim, konumuz değil.
Benim anlamadığım Uludere’de ölenler neden terör mağduru ilan edildi? Bu karar onları vuran devleti bir anlamda “katil” hatta “terörist” yerine koymaz mı? Bu karar ilerde bizim başımızı ağrıtmaz mı? Bu karar tamamıyla yanlış değil mi? Ayrıca Kuşadası’nda 6,5 yıl önce yaşanmış hadisenin hiçbir benzerliği yokken üstelik daha önce meydana gelmişken şimdi hukuki süreçte Uludere olayıyla yan yana görülmeye çalışılması ve benzeşme aranması doğru mu?
Cemal Uçar, büyük oğlu İbrahim’le birlikte Kuşadası’nda 7 yıl önce 16 Temmuz 2005, Cumartesi günü sabah 10.45 dolaylarında kendi kullandığı 09 M 3527 plakalı, 19 no’lu Kadınlar Denizi minibüsünde patlayan bombadan küçük sıyrıklarla kurtuldu; oğlu ise bir bacağını kaybetti. Pazar günü (bugün) kendisini Kuşadası’ndaki evinde ziyaret ettim. Eşi Ümmü Hanım ve küçük oğluyla birlikte o acı günü ve bugüne değin yaşadıkları gelişmeleri konuştuk.
Konuşmasını “bu kadar acıdan sonra bizi bir de kusurlu çıkardılar” diye özetleyen Uçar, “tazminat için başvurduğumuzda gece yarısı zamanın Aydın Vali Yardımcısının aradığını ve kendisine “kusur sende” dediğini anlattı. Daha sonra bana aynı yönde haberlerinin yayınlandığı 10 ve 11 Temmuz tarihli Milliyet ile Posta gazetelerini gösterdi. Eşi Ümmü Hanım da patlama sonrası sakat kalan oğlu İbrahim’in bacağındaki protez yüzünden işsiz olduğunu, bunun kendisini nasıl üzdüğünü anlattı. Olaydan sonra Kuşadası Belediye Başkanlığınca 1,5 yıl istihdam edildiğini ama kadrosuzluktan işsiz kaldığını belirtti.
İbrahim Uçar şimdilerde duraktaki arkadaşlarının kendi aralarında topladıkları parayla alabildikleri minibüslerinde muavinlik yapıyor protez bacağıyla. Aile bugüne kadar toplam 8.500 TL para harcamışlar. Devletten ilk etapta istenilen tazminata karşılık komisyon teklifi 10.000 TL olmuş. Baba Uçar ise çalışamıyor.
Feci olayın neredeyse sembol ismi haline gelen Deniz Tutum’un evine gittim. Baba Şahin Tutum ve Sevim Tutum ile Meram Sitesi’ndeki evlerinin balkonunda konuştuk. O günden, yaşananlardan ve tabii ki Deniz’den… Meram Sitesi’nin girişinde solda Deniz’in hayratı bir çeşme ile eski Martı Otel’e inen sokağa verilen isim. Deniz’i Kuşadalılara hatırlatmaya devam ediyor. Bir de resimleriyle süslü odası. Yaşamını yitirdiği aynı yerde daha önce şehit olan bomba uzmanı Başkomiserimiz Yaşar Aykaç’ın oğlu Hakan Bey’in yardımıyla oluşturulan Facebook adresi; kendisini sevdikleriyle sana ortamda da olsa buluşturmaya devam ediyor.
Deniz yurtdışındaki ağbisi Serhat Vahap’ın izne gelmesini bekliyordu sözlüsü fotoğrafçı Yunus Sayılgan ile nişanlanmak için. Anadolu Otelcilik ve Seyahat mezunuydu ve aynı bölümün üniversitesine de devam etmek istiyordu. 15 gün önce geçici bir işe girdi; Liman’daki La Coste mağazasına. Evden koşa koşa çıktı ve Cemal Uçar’ın kullandığı Kadınlar Denizi minibüsünü köşede zor yakaladığında saat sabah 10.25 civarıydı. Minibüs 10.30 dolaylarında Otogar’ın önünden Çeşme’de bomba patladı diye daha güvende buldukları Kuşadası’na hafta sonu tatili için gelen Ufuk Yücedeniz ve Eda Okyay’ı aldı. En arkadaki 5’lide İrlandalı ve İngiliz turistler, bir öndeki 2’lide Ufuk ve Eda, şoför Cemal’in arkasındaki 2’lide cam kenarında Deniz oturuyordu.
Saat 10.45’e gelirken terörist Mehmet Sıraç Keskin bindi-indi yaparak oturduğu koltuğun altına bıraktığı C-4 patlayıcıyı uzaktan kumandayla patlatıyor. Sonrasında son bulan yaşamlar ve hayatları kâbusa dönen aileler… Emekli Sağlık Memuru baba Şahin Tutum’a hastanede mesai arkadaşları gerçeği söyleyemiyorlar ama o korkunç sonucu tahmin etmekte gecikmiyor. Yarım saat önce işe uğurladığı biricik kızını ebediyete uğurladığını nereden bilebilirdi? İlkyardım ekibi şiddetli patlamanın etkisiyle ikiye ayrılan minibüsün şoför koltuğunda asılı halde bulmuş Deniz’i. Zaten daha oracıkta kafasına aldığı çok ağır darbeyle iç kanama yüzünden hayatını kaybetmiş Deniz’cik, baba Şahin Bey’in anlattığına göre.
Kendilerine ödenen 70.000 TL tazminatın geri alınması kararına karşılık temyize başvuran Tutum ailesi de gerekirse Uçar ailesi gibi bir evi ve arabasını satarak sonuna kadar hukuki mücadeleye devam edeceklerini, gerekirse AİHM’e başvuru yapabileceklerini söylüyorlar. O dönemde İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu’nun ilk icraatının “Eve Dönüş Yasası”nı devreye sokmak olduğunu ve biranda terör olaylarının arttığını, işte söz konusu olayın da bu döneme rast geldiğini belirtiyor ve ekliyor: “Önce Meclis’ten aşiret reislerini ve terörist yakınlarını, onları arka çıkanları ayıklamak lazım. Yoksa daha nice Deniz’ler toprağa girecek yaşamlarının baharında”.
Daha çok şey var konuştuğumuz ve konuşulacak. Bundan sonrasını hukuk karar verecek ve kamuoyu vicdanı. Teröre ilişkin alınan her karar çok önemli. Hem terörle mücadelede devletin kararlılığı hem de bu esnada yitirdiğimiz insanlarımızın kan ve can hakkı ile geride bıraktıkları ailelerin mağduriyetlerinin bir nebze olsun giderilmesi ve de teröristlerin bu kararlar karşısında ya pes etmeleri ya da cesaretlenmeleri… Tüm bu hususlar dikkate alınmak zorunda.
Uçar ve Tutum aileleri Yücedeniz ve Okyay aileleriyle bir olup birlikte hareket etmeyi dava sürecini ortak yürütmeyi düşünüyorlar. Çok doğru bir adım. Bu tüm Türkiye’ye örnek olsun. Teröre karşı tek yumruk. Yoksa teröre yenik düşeriz ve teslim oluruz. Hükümeti bilmiyorum ama Türk Milleti asla pes etmez. Etseydi Çanakkale’de, Sakarya’da ederdi. 7 düvele yenilmemiş, PKK ne ki?