Tarih Gibi Bir Tarihçi

Tarih; olmuş ve bitmiş ve de bugüne yansımış olay, olaylardır. Tarihçi; bunları kaydeden, bugüne ve geleceğe taşınmasında aracı olan, yorumlayan ve neden-sonuç ilişkisi arayan kişidir.
Tarihçi bu saydıklarımızı yaparken de olaylardan ders çıkarır, olanları inceler, toplum ve olaylar arasında entelektüel düzeyde tartışma ortamı hazırlar. Olayların ve olguların oluşmasına yardımcı olur, kısaca geçmişin tarih olmasında en büyük rolü oynar.  
Tarihçi; hümanist, evrensel ve kimlikler üstü bir anlayışla işini yaparken ya da yapmak zorundayken, bir yandan da kendi toplumunun bir ferdi ve onun kültürüyle yoğrulmuş bir bireysel tavırdan da kendini kurtaramaz doğal olarak.
Bu ne onun suçu ne de bir eksikliğidir. Kendi ulusal değerlerinin ve yaşadığı toplumun bir ürünü olmasının özelliğidir. Yaşadığı dönemin ve aldığı eğitim ile toplumunun sahip olduğu yargı değerlerinin etkisi altında kalır ve bu pencereden dışarıya bakar.
Oldukça zor olan bu bağımlılıktan kurtulmaya, kişilerle değil olaylarla ilgilenmeye çalışır ama olayları meydana getiren kişileri incelerken de tahlil yapmak durumunda kalır. Bu onu ister istemez objektiflikten alıp bir nebze sübjektifliğe götürür. Her milletin tarihçisinde ve dolayısıyla tarihinde az buçuk bu vardır. 
Tarih, dünya siyasetinde etkili olmak isteyen devletler tarafından da önem verilir. Hükümet idarecilerine ve politikacılara uluslararası ilişkilerinde akıl veren büyük danışmanlar arasında tarihçilerde vardır. Bugün ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletler “Türk Tarihi”ni iyi bilirler. Bu onların bizi çok sevdiğinden değil, tarihimizin dünya tarihi ve siyasetinde önemli yer tutmasından kaynaklanır. Zaten büyük devletlerin haysiyetli saydığı bilimlerin başında tarihin yer aldığı ve tarih öğretiminde söz konusu hükümetlerin büyük politikalar geliştirdiklerini görürüz.
Gelişmemiş ülkeler ya da yeni kurulup da henüz kendi benliğini ve kimliğini bulamamış çoğu ulusların tarih metodundan ve bilincinden yoksun görülür. Maalesef bu uluslar da eninde sonunda güçsüz düşüp sömürgeci devletlerin elinde oyuncak olurlar. Buna örnek olarak çok zengin tarihi bulunan ülkemizi örnek gösterebiliriz. Hele hele bırakın sıradan insanları, “mürekkep yalamış” diye tabir ettiğimiz, okumuş ve kültürlü saydığımız insanların çoğunun bile tarih bilgisinden yoksun olabildikleri gözlemlenmiştir. Bu onların ayıbı değildir. Onlara tarih öğretmeyenlerin ayıbıdır.
Ülkemizde tarih bilinci çok geç gelişmektedir. Hele hele bizim insanımız gibi az kitap okuyan ülkelerde tarihin değeri oldukça geç yaşlarda anlaşılır. Okul sıralarında okutulan tarih derslerinde öğrenciler çoğunlukla uyur ve ileri yaşlarda gelişen tarih bilinci de kitap okuma alışkanlığının olmayışından pek işe yaramaz. Buradan, az gelişmişlik ya da gelişmişlik ile tarih eğitimi arasındaki dolaylı bir ilişkiyi de ortaya çıkarabiliriz.
Bu yüzden hala “tarih tekerrürden ibarettir” klasik sözünü söyler dururuz. Eğer tarih bilseydik bunu söylemezdik çünkü bilinse ve ders alınsaydı şayet yaşanmış olaylar tekrarlanmazdı. Her defasında “tarihten ders çıkarılmalıdır” diyen bir ulus olarak biz neden “maküs talihimizi” bir türlü değiştiremeyiz.
Bunun cevabını ‘tarihi bol olan bir milletin tarihsizliğinde, geçmişine olan ilgisizliğinde ve de tarihini okumama talihsizliğinde aramak lazımdır’ diye düşünmekteyim. Her şeyi biryana bırakın. Hiç yapmasak Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, ülkemizi ve ulusumuzu nasıl kurtardığını iyi öğrensek, inkılâplarını anlasak ve fikirlerini kavrasak o bile yeter.
Konu aşılmışken Ulu Önder’in tarih üzerine söylediği şu sözleri anımsayalım: “Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken birçok siyasi, askerî, sosyal sebepler bulmakta ve saymaktadır”, (1923)… “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır”, (1931)… “Tarih; hayal mahsulü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak meçhuliyeti ve bu noktadan cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim”, (1935).    
Bu yazımı 16 Aralık 2006 tarihinde Ankara’da beyin kanamasından yitirdiğimiz büyük tarihçi Stanford Shaw’a adamak istiyorum. Kendisini kamuoyu iyi tanımaktadır ama biz yine de kısaca anımsayalım: Musevi asıllı Amerikalıydı… Evet, Türk değildi, Müslüman hiç değildi fakat Türkiye’yi ve Türkleri dünya kamuoyunda en iyi savunanlardandı.
Ermeni soykırımı iddialarına karşı çıktığı için 1977’de ABD'deki evi bombalanan ve Türkiye'ye yerleşmek zorunda kalan 76 yaşındaki tarihçi Stanford Shaw, Bilkent Üniversitesi'nde uzun yıllar 'Osmanlı Tarihi' dersleri vermişti. Türk tarihine katkıları nedeniyle Türk Tarih Kurumu'nun hizmet madalyası ve beratını alarak Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyeliğine seçilmişti ve aynı zamanda da liyakat madalyası sahibiydi.
Ruhun Şad Olsun Stanford Hoca!
 
{ "vars": { "account": "G-Z2YJHG8WBW" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }