Geçtiğimiz hafta köşemde anlattığım “Süleymaniye Camii” yazım için bayağı bir tebrik aldım. Dostlarım sağolsun. Bunlardan kendisini çok sevdiğim, Ödemiş halkının ve benim feyz aldığımız kadim dostum, Büyük Camii emekli imam-hatibi Halil İbrahim Hocaefendi sağolsunlar hak etmediğim övgüde bulundular, okuyucularıma, Baş Hafız Hocama teşekkür ederim. Bu yazımda da içinde bulunduğumuz (Ramazan) ulvî günlerin özelliğiyle Sultanahmet Camii’ni ele alacağım.
17.yüzyılın iki önemli eserinden biri olan Sultanahmet Camii, Sinan’dan sonra Türk mimarisinin meşalesini ele alan Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ellerinde yükselirken, Sinan’ın Şehzade Camii göz önünde bulundurulmuş, ancak onun şeması çok ileriye götürülmüştür.
Bilindiği gibi camiin banisi Sultan I.Ahmet genç yaşta henüz 14 yaşında iken Osmanlı tahtına 14. hükümdar olarak oturmuş, 14 yıl padişahlık sürmüş ve 28 yaşında gencecik iken vefat etmiştir.
Zilvatorok Barış Antlaşması bölgeye ve Osmanlı’ya rahatlatma dönemi açıp, devletinin prestijini tekrar perçinleyince Allah’a bir teşekkür belgesi olmak üzere, taht şehrinde o güne kadar görülmemiş güzellikte bir mabed yükseltmeyi aklına koyar. Kulluğunu kanıtlayabilmek üzere o zamana kadar yapılmış camilerin en güzelini ve en büyüğünü yapmak ve Ayasofya’yı da geçmek, buna bir de şanlı namını kıyamete kadar yaşatacak bir eser bırakma ihtirası hiç çekinmeden söylenebilir.
Sultan I.Ahmet’in dindar bir padişah olduğu bütün kaynaklarda ittifak edilen bir husustur.
Mimar Mehmet Ağa 1569-1570’de Sarayın Mimar ve Sedefkârlık bölümüne dahil olduktan sonra önünde yepyeni bir yol açılır. Tam 21 yıl dahî Mimar Koca Sinan Ağa’ya çıraklık ve kalfalık eder. Koca Sinan’ın vefatından sonra baş mimarlığa geçer.
Baş mimar olduktan sonra ilk işi Kâbe’nin onarılması ve ünlü altın oluklarının konulmasıdır. Mekke’ye gitmesinin asıl sebebi; minare sayısının altı olarak belirlenmesi ve inşaatın devamı dolayısıyla Padişah I.Ahmet, mimarbaşını ikaz eder. Zira Kâbe’deki minare sayısının 5 olduğunu hatırlatır. Bunun üzerine Mimar Mehmet Ağa mübarek topraklara giderek; Mescid-i Haram’daki minare sayısını 7’ye çıkarır 9 aylık bir görev sonrası tekrar camii inşaatına döner.
Camiin yapıldığı alana daha önce Selimiye Camii yapılması düşünülmüş, ancak Kanuni Sultan Süleyman’ın Süleymaniye’yi yaptırırken, Mimar Sinan’dan İstanbul’da daha büyüğü yapılamayacak bir mabed istediğinden dolayı ona verdiği sözü kendisi bozmamak için Sinan, Sultan Selim’i ikna ederek Selimiye’nin padişahın da çok sevdiği Edirne’ye yapılmış ve boş kalan bu arazi Sultanahmet Camii’ne nasip olmuştur.
Altı minareli bir diğer camii ise Mısır-Kahire’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılan ve kendi adını taşıyan camidir. Sultanahmet Camii temeline ilk taşı Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri koymuştur.
Eğer son zamanlarda İstanbul’a gittiyseniz camiin adını taşıyan meydanın yeniden tanzim edilerek araçlardan arındırılıp rahat gezilebilen bir konuma geldiğini görürsünüz. Ancak bu meydandaki kitap reyonlarının çokluğu ve yiyecek içecek çadır ve büfelerinin nahoş kokusu ile adeta Anadolu’nun küçük kasabalarının bayramlardaki panayır görünümü alması ile bu meydana yazık edilmiş. Hatadan dönmek fazilettir. Kitap-kırtasiye bölümü Sahaflar Çarşısı’na alınmalı, yalnız su satan büfeler olmalıdır. Yazımı, İstanbul’u ancak bu kadar güzel anlatabilecek üstad Yahya Kemal Beyatlı’nın eşsiz şiiri ile bitirmek istiyorum.
BİR BAŞKA TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada,
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.