Cumhur ittifakı iradesiyle bir devlet politikası şeklinde sürdürülen süreçte, sosyolojik kanıksama için acele edilmeyip tedrici bir metod uygulanıyor. Zira yıllardır kanın durmadığı bu anlamsız savaş sebebiyle yüzlerce insan hayatını kaybetti. Arkalarında ise gözü yaşlı anne, baba, eş, dost ve yetim çocuklar bıraktı.

     Tüm bu yaşanmışlıklar elbette bir çırpıda sineye çekilemiyor. İnsan, duygusal yapısı ve doğası gereği bir şeye sürekli mâruz kaldığında o konuyu içselleştiriyor ya da duyarsızlaşıyor. Bunu çok iyi bilen devlet aklı, daha evvel akamete uğramış süreç için benzer bir olumsuzlukla karşılaşılmaması adına planlı ve uzun bir sürece yayılmış aşamalı bir açılım süreci gerçekleştiriyor. Bu minvalde toplum tabanı olarak bizlere düşen görev, süreç boyunca konunun konuşulduğu hemen her ortamda süreci destekleyici bir tutum içinde olmak ve aksi bir tutumda olan(lar)ı ise uygun bir dille bu tarafa çekmek olmalı. 

   Evet kayıplarımız çok, gönlümüzde büyük bir boşluk var, gözler hâlâ yaşlı… Fakat gerçekçi olmak gerekirse bu kirli savaş uğruna ölen yüzlerce Kürt genci de var ve basına yansıyan görüntülerde onların da anneleri ağlıyor ve eşleri dul, çocukları yetim kalıyor. Çocuklarını geri almak için Diyarbakır’da HDP binası önünde nöbet tutan anneleri tüm Türkiye destekledi ve acısına ortak oldu. Bu sebeple hassasiyetlerin karşılıklı olduğu gerçeğini gizlemenin kimseye faydası yok diye düşünüyorum. Diğer yandan bu kirli savaşın sürmesinin, hele ki ABD ve İsrail destekli bir Kürdistan kurulması projesinin çok net ve yüksek sesle dillendirildiği politik konjonktürde, kime ne faydası var. Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilip müfredatta yerini alması kimseye bir şey kaybettirmez, bunun yanında ilkesel olarak talep edilen ne varsa bir an evvel görüşülmeli ve bir konsensüse varılmalı diye düşünüyorum. Medeniyet(!) denilen tek dişi kalmış canavarın, kana  bu kadar aç olduğu vasatta onlara koz vermenin zararı yine bize olacaktır. Yıllardır aynı topraklarda, aynı mahallede, sokakta yaşamış ve evlilikler yoluyla birbirine karışmış iki güzide milletin birlik ve beraberlik yolunda atacağı adımlar, başkasına değil bu ülkeye, bu ülkenin bugününe ve yarınlarına huzur ve refah getirecektir. O halde iki güzide milletin dilinden bu kirli savaşın bitmesini dileyelim.
Artık yeter…!
İdi bese….!

Kayyumlar Sürecin Parçası mı?

Emeklinin gözü bayram ikramiyesinde: İşte masadaki rakamlar Emeklinin gözü bayram ikramiyesinde: İşte masadaki rakamlar

   Yukarıdaki satırlarda, bahsettiğimiz sürece ilişkin adımlar atılırken yine sürecin bir parçası olduğuna inandığım ve stratejik olarak son derece anlamlı bulduğum kayyumlar yaşandı. Mardin, Batman, Halfeti, Tunceli, Ovacık ve son olarak Van’da yaşanan kayyumları çözüm sürecinin bir parçası olarak okumalı ve anlamalıyız. Ülkemizin Batısının süreç konusunda daha ılımlı olabilmesi ve muhtemel bir provokasyonu önleyebilmek için kayyumların gerçekleşmesini stratejik açıdan önemli buluyorum. Hiç ilgisi yok, bu nerden çıktı diyenleriniz olabilir fakat bu denli önemli bir meselede toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmeyip süreci sekteye uğratacak her türlü provokasyonu hesap edip de ilerlemek elzem görünüyor. Devlet aklı da bunu yapıyor. Her ne kadar HDP delegeleri tarafından kayyumlara karşı sert açıklamalar gelse de bu süreçte yaşanan kayyumları planlı, programlı ve stratejik bir sürecin önemli bir merhalesi olarak görmeyi daha doğru buluyorum. Elimizde iddiamıza isnat edebileceğimiz senet-sepet de yok. Dileyen dilediği gibi anlayabilir. Görelim mevlâ neyler, mevlâ neylerse güzel eyler…


Saygı, sevgi ve hürmetlerimle…