Odaya giren köylü gibi
Düşünceyi eşikte bırakıp
Yalınayak basmak
İpek halısına sözün…”
Bir bardak su içercesine, bir çiçeğe bakarcasına, bir kadını okşarcasına yalın ama tanımı olanaksız şiir sanatının anahtarını verecek denli anlam yüklü beş dize diyor Ferid Edgü, Samih Rifat’ın “Çocuğu anlat bana” isimli ilk ve son şiir kitabındaki şiiri anlatırken…
Düşünceyi eşikte bırakıp
Yalınayak basmak
İpek halısına sözün…”
Bir bardak su içercesine, bir çiçeğe bakarcasına, bir kadını okşarcasına yalın ama tanımı olanaksız şiir sanatının anahtarını verecek denli anlam yüklü beş dize diyor Ferid Edgü, Samih Rifat’ın “Çocuğu anlat bana” isimli ilk ve son şiir kitabındaki şiiri anlatırken…
Nasıl sanatçının tek çaresi üretmekse, bu yok oluşa karşı durmak için benim tek çaremde resim ve şiir, yani sanat…
Onlardan başımı kaldırdığım an, gördüklerim içimi acıtıyor…
Onlardan başımı kaldırdığım an, gördüklerim içimi acıtıyor…
Tanık olduğum yaşadığımız günlerde televizyonlarda gördüklerim, okuduklarım öylesine biçare olaylar ki…
Böyle zamanlarda; Üzerine yıldızlar düşmüş mavi suları düşünür müsünüz siz de?
Ben özellikle böyle zamanlar da düşünürüm...
Yabanıl otların geceye büründüğü akşam, bir dağın yamaçlarında karşı kıyının göz kırpan ışıkları içinde avunurken o yalnızlığı daha iyi anlarım.
Korkarım karanlıktan!
O yüzden yıldızlara sığınırım..
Zamanın o sert kayalıklarında, denize karşı oturup düşünürken, birden poyraz başlar.
Düşlerdeki o boşalmış, sessiz ve yalnız kıyı kasabaları.
Balıkçıların sohbetleri
Kıvılcımlı gözler, o yaşam sevincini yansıtır aslında...
Yok oluşa karşı direnci, ateşli yalvarışları, acının başladığı yerde çiçeklenen aşkları.
Hayata tutunamamanın zorluklarını anlatmak, savaş haberlerini dinlemek, akan kanın üzerinden siyaset yapanları görmek bir yaylım ateşiyle karşılaşmak gibidir.
Mavi düşler kurmayı istersiniz...
Tüm güzelliklerin, yaşadığınız coğrafyayı, evreni kuşatmasını...
Bunların hiçbiri yoktur hayatın içinde...
.Gözlerinizi yumarsınız o anda...
Aklınıza Paul Celan’ın dizeleri gelir:
“Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi...
Evet; Yoksulu vardır, gözlerde derin bir acı, yüreklerde sızı vardır, boşaltılan köyler, yakılan ormanlar...
Ağlayanlar vardır.
Umutla umutsuzluğun kördüğüm olduğu yarı geceler, sisli sabahlar, durgun ırmaklar.
Kırık bir dal, bir parça mavi, vadilerin yalnızlığı, umut, sevgi, aşk, kardeşlik...
O benim çok sevdiğim serçe sağanakları, kır çiçeklerinin isyanı.
Bir köle toplumu yaratıldı son 10 yılda...
Buna bir de sadaka toplumunu eklersek, kalkınıyoruz hızla.
Ortadoğu’nun lideri durumlarındayız, ABD’nin ve İsrail’in taşeronluğunu yapıyoruz, Malatya Kürecik’e füze kalkanı kurup Patriot füzelerini yerleştirerek.
Tetiği bizde değil!
Yağmurlu ve soğuk bir İzmir...
Sis iniyor körfezin üzerine akşam saatlerinde.
Garip suskunluğun tellerine kuşlar konuyor.
Ses veren bir yürek, bir bakış, bir yakarış o anda dalga dalga oluyor.
Bilinmeyen mevsimler geçiyor gözlerimin önünden...
Ödemişteydim geçen gün, tanıdığım canlı kent yerinde yeller esiyor…Bir suskunluk bir grilik oraları da sarmış …..
Hüzünlendim….
Sordum yok mu bir hareket, sanat, tarih, kültür, etkinlik…..
Yok dediler uzuuuuun !!!!!zamandır hiçbir hareket hiçbir faaliyet yok lü toprağı kuşatmış her yanı adeta herkes uyuyor…..
Uyudunuz mu ?? Güzel ülkemin, güzel kentlerimin güzel insanları…
Uyanın, silkelenin….
Uyandırın ……
Siz zorlayın!
Ve bir avuç insanlık, bir avuç umut ve sevgi...
Adaletsizlik kavramı, özgürlük, kardeşlik, toplumun vicdanı...
Adaletsizliğin uçurumuna yuvarlanmış çocuklarımızı neden sevmeyiz biz? Niçin itip kakarız gençlerimizi?
Töre cinayetlerinin vahşet olduğunu anlamayız...
Çocuk gelinlere bakmayız...
Kadına olan şiddeti görmezden geliriz.
Olması gerekenler olmamış benim yurdumda...
Kız çocukları okul yerine Kuran kursuna gönderilmiş, Konya yöresinde kaldıkları bina çökmüş, çok sayıda can göçük altında kalmış.
Devletimiz seyretmiş...
Kimseden hesap sorulmamış!
Yine kederliyim!!Yağmurlu bir günün sabahında dayaşamın derin sularını düşünüyorum. Tutkular vardır, yaşanmamış hayatlar, ölümler vardır, aşklar...
Analar vardır çocuklarının gelmesini bekleyen, analar vardır çocuklarına kavuşan.
Kadınlar vardır üç çocuğuyla yalnızlığın derin sularında çırpınan, bir gün eve dönecek olan babalarını bekleyen.
Ölümün o görünen yüzünden, gece düşünde gördüğü yavuklusunun sabah ölüm haberiyle sarsılan.
Gündoğumları vardır, günbatımları, top sesleri, füzeler, bir evde oturan ana, baba ve dokuz çocuk.
Uçaklar bombalar ve vurur o evi...
Ey insanlık, açın şu “hayatın perdesi”ni, çekin yukarıya ve bakın biraz olsun dışarıya.
Yaşamı aramayın dört duvar arasında.
Küflü ve nemli sabahlarda uyanmayın.
Kirlenmiş, nasırlanmış yüreklere bakmadan, insan olmanın, onurlu yaşamanın yol haritasını çizin.
Akan bir ırmak vardır, umut vardır, hüzün.
İnsansız uçaklar, o kör terör, akan kan, sevda, umut...
Yakmayın okulları, öldürmeyin çocukları!
Kin, intikam duygularınızı değil, insanlık duygularınızı öne çıkarın.
Bir yaşam vardır!
Aydınlık bir sabah, derin vadiler, masmavi bir gök vardır...
Hayatlar vardır, hayatlar!
Hiç yaşanmamış...
Çocuklar ölüyor ey insanlık!..
Zalimlere karşı ayağa niçin kalkmıyorsun?
düşçe kalın