Sözde değil, özde olalım

"Şehirdeki caminin yeni imamı çarşıya gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş. Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş, imam, yanlışlığı, parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?" Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda değil. Otobüs şirketince 20 kuruş ne fark eder? Bu parayı Allah'tan gelen bir hediye gibi, düşünebilirim." İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki; "paranın üstünü fazla verdiniz." Şoför gülümsemiş ve demiş ki: "Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ve caminizi de ziyaret etmek istiyordum, islam'ı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim." İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış. Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki: "Allah'ım az daha islam'ı 20 Kuruş'a satıyordum." Bu yaşanmış olayın etkisiyle, inşallah faydalı olur umuduyla sizlerle paylaşmak istedim.
 
Ne hazindir ki kaç 20 Kuruş'a sattığımız, önemsemediğimiz nice değerli hasletlerimiz var. Hem kendi içimizde hem çevremizde kalitemizi düşüren; bizi muhsin olmaktan alıkoyan davranışlarımız var. Oysa özünde ubudiyet ve rububiyet olan; ihsan ile ziynetleşen teslimiyetin gösterdiği etki ve tepkiler Allah’ın rızasına uygun olmalıdır. Şükür ve sabır arasında gidip gelmelidir Müslüman. Allah'ın varlığını her yerde ve her mekânda hissettiği gibi hissettirmelidir de. Yani biz onu göremiyorsak bile o bizi her yerde görüyor. Bu hissiyat ne kadar güçlü olursa yapılan amellerin değeri de o derece büyük ve anlamlı olur. Tabiri caizse 'iş olsun' diye yapılmış olmaz. Ve insan 'muhsin' olmadıkça "Usvetül Hasene"yi yeteri kadar kavrayamaz. Şahidi olduğu çağın, tanığı olduğu hayatın şehadetini doğru bir şekilde yerine getiremez.
 
Oysa ki Müslüman'ın oturup kalktığı her yerde islam ve insanlık adına izler bırakması gerekiyor. Kendisini izleyen toplumun içinde mutlaka "elinden ve dilinden zarar gelmeyecek ve fayda sağlanılacak insan" vasfını taşıması gerekiyor. Rahmet Peygamberi'nin ümmeti olmakla övünen bizlerin, davranışlarımızın ne kadar rahmet ve örneklik taşıdığını gözden geçirmemiz gerekiyor. Bir yazarın ifadesiyle "Anne babasını sevmeyen bir çocuk onların dinini de sevmez." Rabbimizin şah damarından bize daha yakın olduğunu, davranışlarımıza yansıtamıyor ve bunun için de bir gayretimiz olmuyorsa; Vedud olanın sevgisini diğer sevgilerin üstünde tutamıyorsak "güzel örnek" olmayı ne kadar becerebiliriz ki...
 
Bazı kardeşlerimiz sesiyle, bilgisiyle, mevki ve makamıyla kendisini yeterli görebilir. Veya sadece bazı özellikleriyle yetinebilir. Yaptığı ibadetleri ile vazifesini yerine getirdiğini düşünebilir. Bu ve benzeri çalışmaları yaparken vazifemizi yapıyoruz diye kendimizi rahat hissetmeyelim. Rabbimizin rızasını kazanmak için özümüz ile, ihlaslı olalım. Kendimizi düşündüğümüz gibi yakınlarımızın da inancını düşünelim. Vicdanen rahat olalım. Dünyalık işlerimizi 7 gün 24 saat uyguladığımız gibi, Müslüman olarak da aynı fikirde inancımızı yaşayalım. İnancımızı sadece camide değil, hayatımızın bütününe yayalım. Günlük hayatımızı düzenlerken, siyasi, ekonomik, kültürel işlerimizde ölçümüz Kur’an ve sahih sünnet olmalı. Sorumluluklarımızı yerine getirirken, menfaatlerimizden önce, ahiret hesabını düşünelim. İmanımızla, islamı; her yerde, her zaman Allah’ın rızasına uygun olarak, Kur’an’a göre tatbik edelim. Sözde değil özde Müslüman olalım. Yaptığımız hareketleri, eylemleri, niyetlerimizin halisliğini, sahihliğini iç dünyamızda değerlendirelim.
 
         "Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar diğerinden kir."
 
izzetozturk63@gmail.com
{ "vars": { "account": "G-Z2YJHG8WBW" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }