Görüyoruz, hissediyoruz, aslında kendileri de farkındalar. Artık bunlar son çırpınışları. Ama yine de son kozlarını oynuyorlar. Karşılarında tüm bu olanlara rağmen hala bu kalabalığı buluyorlarsa elbette ki utanmadan, sıkılmadan konuşacaklar. Anlayamadığım 2 şey var. Birincisi ben olsam, yalanlarım ortaya çıksa(ki Allah şahidim çocuklarıma, torunlarıma ve öğretmenliğim zamanında öğrencilerime, suçlu olsalar bile doğruyu söylemelerini isteyen, yalan söylemekten nefret eden biriyim) bırakın halk önünde konuşmayı kaçacak delik ararım. İkincisi bu toplum bunca olana rağmen hala nasıl alanları dolduruyor.
Haber Tire sitesinde “Yeter Yahu” adlı yazımın yorumlarını okuyun. “Abdullah” rumuzlu arkadaşın sözü aynen şöyle: “Başbakan Merkez Bankası’ndan kamyonla paraları evine götürecek yine de ona oy vereceğim.” Abdullah Efendi, sen oyunu kime verirsen ver. Kimse karışamaz. Ama sana ve senin gibi düşünenlere hatırlatayım. Dinimizde devlet malı çalanın ne olacağını gösteren bilgiler Buhari başta olmak üzere hadislerde ve Peygamberimizin hayatını anlatan eserlerde yer alır. İbnü’l Kayyım anlatıyor. Hayber Savaşı sonrası Peygamberimize: “Filanca, falanca şehit oldu” derler. Peygamberimiz onlardan biri için “Hayır! O kişi şehit olmamıştır. Ben onu cehennemde görüyorum. Sebebi kamu malından (devlet malından) çaldığı bir giysidir.” der. İbnü’l- Kayyım devam eder: “Hayber seferi sırasında ölen birinin cenaze namazı kılınacaktır. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın.” Bu sözü duyan sahabeler şaşırır. Hz. Peygamber “O, kamu mallarından bir miktar aşırmıştı. Sebep işte budur.’ Sahabeler hemen ölen adamın eşyasını karıştırıp bakarlar, görürler ki Yahudilerden ganimet olarak ele geçmiş bir deri pabucu aşırmış.”
Bir ülke düşünün. MİT Müsteşarı, Başsavcı tarafından KCK operasyonu sırasında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılır, bir gecede yasa çıkarılıp soruşturma başbakanın iznine bağlanır. Başbakan ve bakan çocukları yolsuzlukla suçlanır. İfadeye çağrılır, gitmez, savcıların, emniyet müdürlerinin yeri değiştirilir. Deliller ortadan kaldırılır. Davaya yeni atanan kişiler zanlıları tahliye eder. Adalet sıfırlanır. Bir başbakan, muhalefet parti başkanının çocuğunun olmaması ile alay eder. Türbanlı bacının ve başbakanın sözüne inanılır, Mobese kameralarına inanılmaz.
Başbakanın oğlu ile yaptığı görüşme mecliste dinletilir. Başbakan evdeki Euro’ları sıfırlamasını ister, oğlu paranın çoğunu elden çıkardığını, az bir şey kaldığını(30 milyon Euro), onları da halledeceğini söyler. Bir başka kayıtta Başbakanın, bir işadamının vereceği 10 Milyon dolar rüşveti az bulduğu "Parayı kesinlikle alma. Ne söz verdiyse onu getirsin. Bunlar ne zannediyorlar bu işi ya. Merak etme kucağımıza düşecekler." dediği iddia edilir. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı “O ses kayıtlarını ilk dinlediğimde çok açık bir şekilde montaj olduğunu hissettim.” diye açıklama yapar. Devletin televizyonu konuyu araştırmadan “bu konuda yabancı şirketin montaj olduğu konusunda raporu var” diye yayın yapar. O şirketler böyle bir rapor vermediklerini, raporun sahte olduğunu, bu sahtekârlığı yapanların utanmaları gerektiğini ve bu kişiler hakkında yasal yollara başvuracaklarını açıklar. O ülkede başbakan alanlarda hala mağdur edildiklerini, paralel devlet uydurması ile kumpasa getirildiklerini göğsünü gere gere anlatır. Ve hala ona inanıp meydanlar doldurulur. Çünkü O, 2.peygamberleridir, Allahın tüm vasıflarını üzerinde toplayan liderleridir. Ve bu ülke dünyada tektir. Burası TÜRKİYE’DİR.
Gelelim gerçeğe. Yukarıda anlattıklarım herhangi biri için söylense, eğer suçu yoksa kendinden eminse, yapacağı şey “belgelerin montaj olup olmadığı araştırılsın, gerçek neyse ortaya çıksın” demek değil midir? Neden korkuyorsunuz? Bu iş gayet kolay. Götürün yetkili kuruma, “Araştırın, bu ses kaydı benim mi, sahte mi?” deyin, 20 dakikada her şey ortaya çıksın. Siz de kurtulun, kafalardaki soru işareti de kalksın. Ama burası Türkiye dedik. Allaha şükür, hisleriyle her şeyi bilen bir bakanımız var. Teknoloji ne ki? Madem hissedip gerçeği gördünüz, neden 5 Tübitak görevlisinin işine son verdiniz? Gerçek olmasa 50 yerde analizini yaptırıp milletin gözüne sokardınız. “Kaset montaj Sümeyye o gün Konya’da” dediniz, devlet fotolarından yalanınız ortaya çıktı. Kayıtlara montaj diyen başbakan, gecenin geç saatinde kurmaylarını niye toplama gereği duydu? Genel Kurmay Başkanı delil karartır diye içerde, vatandaşın paralarını kasalara dolduranlar dışarıda! İşte sizin adaletiniz bu. Baransu’nun “AKP’liler, üzgünüm ama o ses kaydı mahkeme kararı ile dinlenen telefondan elde edilmiş” sözü yetmez mi? Sizi destekleyen ilahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal’ın yazısını okuyun, sizin için neler yazmış?
Bu rezilliği görmemek için ya saf dindar, ya da kindar olmak gerekir. Gezi öncesi başbakan neden "dindar gençlik yetiştireceğiz" dedi dersiniz? Çünkü “Anadolu insanı dindar ve saf, ne dersem inanır ben yoluma devam ederim.” sanıyordu. Ama gezi her şeyi alt üst etti. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Bu arada unutulan bir şey var. BDP 30 MARTTAN SONRA ÖZERKLİĞİMİZİ İLAN EDECEĞİZ, dedi. Kimsenin haberi yok. Ülkesini, devletini seven herkesin bunlara dur demesi gerek.
Yazımı değerli arkadaşım Tülay Petin’in Facebook’ta paylaştığı atasözü olacak bir cümle ile bitiriyorum. “GÜÇLÜ OLUNCA ARSIZ, SUÇSUZ OLUR HIRSIZ.” Saygılarımla hoşça kalın.