Sizi genel hatlarıyla tanıyabilir miyiz? Gökçe Ok kimdir?
Genel de tanıyabilirsiniz, özel de. Çok şükür gizlimiz, saklımız yok, şeffaf kişilik, şeffaf siyaset. (Gülüşmeler)
O zaman buyrun.
Evet… (Gülüşmeler) Şubat 1974 İzmir doğumluyum. Baba tarafım Rumeli göçmeni, yerleşik oldukları yer Urla. Anne tarafım aslen Rizeli, ancak doğma büyüme İzmirli. Biz de 2007 yılına kadar sorduklarında doğma büyüme Göztepeliyiz derdik.
2007’den sonra?
Artık, isteyerek, bilerek, severek Tireliyiz diyebiliyoruz.
Ama sizin için Tireyi bilmez diyorlar?
Bunu iddia edenler sabah benimle kalkıp, gündüz benimle dolaşıp geceyi edenler değillerdir heralde? Tire’yi benle soluklayıp, benle yaşayanlar da olamazlar.
Yani daha ziyade Tire’nin kültürüyle yoğrulmamış, Tire’ye ait değildir anlamında…
Bunu söyleyenler olsa olsa muhbiran sınıfından birkaç haset adamdır. Sorsan bunlara, lafta milliyetçilikten, birlik, beraberlikten bahsederler. Ama yaptıkları dedikodunun en alasından bölücülük olduğunun farkında değiller! Bir adamın bir yere aidiyeti, o adamın o toprağın mahsulü olmasından ziyade, o adamın o topraklara kattığı değerdir. Bunlar, adamın hasıyla zerzevatın hasını birbirine karıştırıyorlar. Adam az olunca böyle olur… Ben bunu çok kafama takmam, enerjimi boşa harcamam. Benim evim burada, eşim ve çocuklarım burada, küçük oğlum burada doğdu, yatırımımı buraya yapmışım, buradan kazanıyor, buraya harcıyorum, siyaseti mi bile buraya inşa etmişim. Halktan da çok hoş geri dönüşler alıyorum. Akıllı adamlar, benim buraya ne kattığıma bakar ve istifade eder. Yoksa kim köken olarak buraların asli unsuru olduğunu iddia edebilir ki? Eğer kültürel ve folklorik anlamda bir açık varsa buda zaten yaşayarak kapatılacak bir açıktır. Zaman herşeyin ilacıdır. Bize hizmet etme fırsatı verildiği takdirde sadece Tire’yi değil, özel de Küçük Menderes’i ve genelde tüm Ege bölgesini köy köy bildiğimizin becersini biz ispat ederiz. Ben, 17 yaşından beri ticaret ve aktif pazarlama ile uğraşıyorum. Mardin, Şırnak, Hakkâri ve Tunceli dışında gitmediğimiz coğrafya yok, bu çok büyük bir kazanç çok şükür.
Tire ile daha önceden bir bağınız oldu mu hiç?
Seçim döneminde soranlara anlatma fırsatımız olmuştu. Tire’yle aslında 22 yıllık bir mazimiz var. Şehrin eşrafı sayılan güçlü ve önemli birkaç aile ile ahbablığımız söz konusu. Ayrıca, büyük amcam Seyit Ali Ok, Tire Kutsan Meslek Yüksek Okulu’nun kurucu sekreteri ve Tire Spor’un eski antrenörüydü.
Gelelim eğitim hayatınıza, Gökçe Ok neler okudu?
Gökçe Ok, eğitim hayatının tümünü İzmir’de geçirdi. İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Yüksek lisans ve doktora eğitimlerimi de aynı bölümde sürdürdüm. Halen ikinci bir üniversite eğitimi olarak Sosyoloji okuyorum.
Öğretmenlik yaptınız mı?
Evet, fiilen on bir yıl dershane öğretmenliği yaptım, devlette hiç çalışmadım. Dershane yıllarında öğretmenlik ve idarecilikte dahil olmak üzere her kademe de hizmetim vardır. Askerliğimi de bulunduğum tugayda öğretmen olarak tamamladıktan sonra işimi kurmak üzere Tireye yerleştim.
Neden Tire?
Bizim hizmet verdiğimiz alan için, günün şartlarında Tire’de bir boşluk vardı. Yaptığımız fizibiliteler ve danıştığımız Milli Eğitim camiası bu kararımızda etkili oldu, bunlar işin maddi kısmı, manevi anlamda ise az evvel anlattığım, 22 yıllık dostluk bağları bizi cesaretlendirdi. Geri dönüp baktığımızda sevk edildiğimizi düşünüyorum, tesadüfe inanmayız zaten yapı olarak. Güçlü tevafukların bizi cezbedip, çektiğine inanıyorum. Askerlik sonrası benim İstanbul’da ömrümü tamamlamak gibi bir aşkım nüksetmişti. Ancak kader Tire’den yanaydı. Hiç pişman değil bilakis çok huzurluyum. Bizim Tireye, kim bilir belki de Tire’nin de bize ihtiyacı varmış. Biz üretip, hizmet ettikçe bu ihtiyacın borcunu öderiz inşaallah.
Tire’de ne iş yapıyorsunuz, okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Tire’de, ilçenin ilk özel eğitim ve rehabilitasyon merkezini açtık. Özel eğitim, gerçekten özel ve bire bir eğitime ihtiyaç duyan engelli bireylerin eğitim ve sağlık hizmeti aldıkları bir alandır. Bizim açtığımız kurum, Küçük Menderes Havzasının tüm engel gruplarına hizmet verebilen ilk ve tek kurumuydu. 2009 yılının haziran ayında, bu işin daha profesyonel ve daha bilinçli yapılması adına, okullaşmaya karar verdik. Yine tüm engel gruplarına hizmet verebilecek kapasitede olan ve Küçük Menderes Havzasındaki, ilk ve tek özel eğitim kolejini, Uzman Dost Eli Özel Eğitim Okulu adıyla hizmete sunduk.
Yani bu bölgede engelli yavrularımız için bir kolej mi kurdunuz?
Aynen öyle. Uzman Dost Eli Özel Eğitim Okulu, Türkiye’de sayıları 102 ve İzmir’de 6 adet olan kurumlardan biri. Bizim bölgemizde, yani Küçük Menderes Havzasında böyle ikinci bir kurum yok. Tire, Torbalı, Bayındır, Selçuk, Ödemiş, Menderes, Kiraz, Beydağ, Kuşadası, Ayrancılar, Kemalpaşa ve hatta Aydın’a kadar etki alanımız mevcut.
Kurucu kadronuz, personeliniz ve yaptığınız iş ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
Tabii ki, hem rehabilitasyon merkeziyken hem de şimdi okulumuz üç ortaklı bir yapıdan oluşmaktadır. Ben ve eşim ile Uzman Fizyoterapist Hatice Dülek hanımefendi. Ben, şirketin kurucu temsilciliği görevini yürütüyorum. Ayrıca, Türkiye Özel Eğitim Okulları Birliği Genel Sekreteriyim. Ortaklarım eşim, Gülten Ok ve Hacettepe Üniversitesi’ni birincilikle bitiren ortağımız, kardeşimiz fizyoterapist Hatice Dülek. Yani okul işi, eğitimi, formasyonu, kariyeri ve mesleki tecrübesi, eğitim ve sağlık olan uzman bir kadro tarafından kurulmuştur ve yönetiliyor. Alanın da gerek aldığı eğitim gerekse iş tecrübesi olarak özel eğitimin duayeni sayılabilecek bir eğitim kadromuz söz konusudur. Verdiğimiz hizmete ihtiyacı olan vatandaşlarımızın bu alanla ilgili dikkat etmeleri gereken en önemli husus kurucu kadronun mesleki kökenini sorgulamak olmalıdır. Günümüzde çok istismar edilen bir alan olduğu için yaptığımız işi yasal boşluklardan faydalanıp, bir ticari sektör gibi algılayarak yapmaya çalışan, eğitim ve sağlıkla, engelli bireyle ilgili herhangi bir eğitimi, bilgisi ve tecrübesi olmayan kişilerin varlığı bizim hizmetimizin en büyük sıkıntısıdır.
Okulunuzda hangi birimler bulunmakta ve kimlere hizmet verebiliyorsunuz?
Okulumuz her şeyden önce Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir kurumdur. Okulumuzda her yaş ve özür derecesinde bedensel ve zihinsel engelli, down sendromlu, otistik, spastik tabir edilen engelli, işitme engelli, hafif mental problemleri olan bireyler ile yaşıtlarının bulunduğu eğitim seviyesinden geri kalmış kaynaştırma sınıfı öğrencilerine hizmet verebiliyoruz. Bu grup bireyler, ilgili sağlık kurumlarından ve rehberlik araştırma merkezlerinden sağlık durumlarını belgeleyen rapor ile okulumuza kayıtlarını yaptırdıkları takdirde devletimiz tarafından eğitim masrafları karşılanıyor. Bu grubun dışında olup ta, velisinin gelişim bozukluğundan şüphe ettiği, kekemelik, alt ıslatma, motivasyon (dikkat) eksikliği, psikolojik destek almasında fayda gördüğü bireyler için de ücreti karşılığında özel eğitim ve sağlık hizmeti verebiliyoruz.
Tekrar size dönecek olursak, okul dışında meşguliyetleriniz var mı?
Tabii benim okulun bağlı bulunduğu şirket dışında, optik (gözlük çerçevesi) ve kimyasal gübre alanın da üretim ve pazarlama yapan bir şirketim daha var. Sosyal hayatta, bir işadamları derneği ile iki eğitim derneğinin üyesi ve yönetim kurulu üyesiyim. Akademik çalışmalarım devam ediyor. Yazıyoruz, yazdıklarımızı basmaya hazırlanıyoruz. Konferanslar ve seminerlerle de hem donanım sahibi oluyoruz, hem de paylaşıyoruz.
Sıkı bir kitap kurdu olduğunuz söyleniyor?
Bir gün okumadan geçerse bilirim ki o gün benim dünyam sonlanmıştır. İlk emirdir okumak ve benim en büyük tutkumdur.
Zengin bir kütüphaneniz varmış, kitap sayısı?
En son üç bin civarındaydı. Sonra saymadım, sayamadım artık. (Gülüşmeler)
Hepsini okumuş olamazsınız…
Yani, bunun altı da biri kadar da referans eserler vardır, ansiklopedi, atlas gibi..her daim okumazsınız ama yılda en az üç beş defa eliniz gider bilgi edinme ve tazeleme amaçlı olarak.
Yemek kültürü de yerleşik anlaşılan, sporla aramız yok mu?
Ee, yiyoruz, yediğimizi de inkâr etmiyoruz. Biz inkâr etsek, o bizi yalanlıyor. Sonra nereye kadar yemeyeceksin? Tireliyim diyorsun, havasını suyunu değil, tandırını, köftesini, keşkeğini soruyorlar adamdan…(Gülüşmeler) Ortaokul ve lise yıllarında voleybol ve basketbol oynadım. Göztepe’de lisanslı, profesyonel yüzdüm, sutopu oynadım. Fakat şu an durum görüldüğü gibi…heralde genele ve özele ait bu kadar soru yeter!
Heralde yeter! Gelelim Gökçe Ok kimdir kısmına. Bilmeyen dostlarımız için hatırlatalım, 29 Mart 2009 mahalli idareler seçiminde, Tire’de Demokrat Parti’den İl Genel Meclisi adayı oldunuz ve ne olduysa ondan sonra oldu. Nasıl başladı siyaset?
Bizim Anadolu coğrafyamız şarktır. Şark elden ziyade kalbe bakar. Son tahlilde çoğumuzun parti seçimine ebeveynlerimizin izi, geleneklerimizin kokusu sinmiştir. Yaptığım araştırmalar hem anne hem de baba kökenimin cumhuriyetten önce Ahrar geleneğe yakın olduğunun işaretleriyle dolu. Cumhuriyet sonrası ise sıkı, güçlü ve inanmış Demokratlar ve Demokrat Partili olarak yaşamışlar. Babam henüz çocuk denecek yaşta, Urla’da Komünizmle Mücadele Derneği kuruculuğu yapmış, tarih bilgisi ve milli hassasiyetlerini yoğun olarak yaşayan biridir. Biraz celallidir bu konularda. Buna işin millet ve memleket sevdası ağır basıyor demek daha doğru olur. Hem annem, hem de babam da inanılmaz bir tarih bilinci ve Menderes sevgisi vardı. Ben ise daha ziyade, lise yıllarında en uç sol yelpazeden en sağ yelpazeye kadar fikri ve felsefi bir siyasi okumayı kendi zihin potamda erittim. Gördüm ki, atalarımın tercihi doğrudur, benim için her zaman gurur vesilesidir. Yani derler ya, biz babadan demokratız, ben kökten-demokratım diyorum, hem genetik, hem akademik.
Peki, partiyle buluşma…
Partiyle buluşma, 1995 yılında Dr. Burhan Özfatura’nın ikinci dönem İzmir Büyükşehir Belediye başkanlığı dönemine rastlıyor. Annem, defterdarlık döneminde Burhan amca ile birlikte çalışmıştı ama onun ANAP döneminde biz ailece sadece dışarıdan izleyicisi olmuştuk. Benim seçme-seçilme yaşımın uygun olduğu dönemde yollarımız kırat çatısı altında kesişti. Konak İlçe Gençlik Kolları üyesi olarak, Doğru Yol Partisi adına, dönemin İzmir Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi’nde Divan üyeliği, katipliği ve aynı mecliste Çevre Komisyonu Başkanlığı yaptım. İlerleyen süreçte ise ilgili seçim dönemlerinde sayın Dr. Burhan Özfatura, sayın Yıldırım Ulupınar, sayın Mehmet Ali Bayar, Menemen Belediye Başkan adayı sayın Ahmet Şahin’in seçim ekiplerinde koordinatörlük ve danışmanlık görevlerim oldu.
Tire’ye gelince…
Tire’ye gelince, zaten ben Yıldırım Ulupınar’ın il yönetiminde, İl Disiplin Kurulu üyesiydim. Siyasi mesaimi daha çok İzmir ve Genel Merkez üzerine yoğunlaştırmıştım. İlçe başkanımız ve kadim dostum Bekir Keseli, Tire’de birlikte çalışmayı teklif etti. Kâinatta tesadüf yoktur, orada da bir sevk-i ilahi olduğunu düşünüyorum. Biz destek için yola çıktık, adaylık söz konusu değildi. Bildiğim kadarıyla, Bekir beyin yaptığı istişareler ve Emin Sefa Kayacan’ın yönlendirmesi ile adım adaylık için düşünülmüş. Genel Başkanımız sayın Süleyman Soylu, belediye başkan adaylarını tanıtmak için İzmir’e gelmişti. O toplantı dönüşünde, Bekir Keseli ve İlhan Agat bana İl Genel Meclisi için teklifte bulundular. İl Genel Meclisi 2. Sıra adayı olduk ve yine bildiğim kadarıyla 180 oyla kaçırdık. Seçim sonrasında bugüne kadar, Karabağlar İlçe Delegesi ve İl Disiplin Kurulu üyesi olarak yolumuza devam ediyorduk, taki…
Taki, Anayasa Değişikliği Paketi referandumunda, sayın Süleyman Soylu ile birlikte, “Evet” oyu kullanacağınızı açıklayıncaya kadar. Bize hem o süreçten hem de sayın Soylu ile münasebetinizden bahsedebilir misiniz?
Genel Başkanımızla yakınlaşmamız onun ekibinde yer alan ortak dostlarımızın vesilesiyle gerçekleşti. Çok kısa bir süre için de, hizmet algılarımızın ve heyecanımızın örtüştüğünü görünce, siyasi birlikteliğimiz önce sıkı bir dostluğa sonra da dava arkadaşlığına dönüştü. Benim, okuduğum, araştırdığım, yazdığım ve konuştuğum ama partililer nezdinde hayal kırıklığına uğradığım, soluklayamadığım, yaşayamadığım gerçek anlamdaki liberal demokrat fikirlerin, Ahrar geleneğin, Demokrat misyonun ve bire bir Menderes çizgisinin Soylu’da hayat bulduğunu gördüm ve yaşadım. Dostluk ziyaretlerimiz, birlikte çalışma ortamlarına evrildi. Demokratlar Platformu ve Demokrat Akademi gibi ortak zeminlerde biri birimizi tanıma fırsatı yakaladık.
Demokrasi Buluşmaları ve ilk toplantının Tire’de gerçekleşmesi nasıl oldu?
Öncelikle şunu ifade edeyim, sayın Soylu zaten genel başkan olmadan önceki dönemde de güçlü bir ekibe sahip ve aktif siyasetten hiç kopmamış bir lider. Menderes-Bayar-DP-AP ve DYP geleneğinden gelen sözü geçer, sözü dinlenir siyasetçilerin desteğini almış genç bir lider. Akademik hayata ve akademisyenlere, taban siyasetine değer verdiği kadar çok değer veriyor. İstişaresiz, uygulamasız hiçbir icraatı yok. Daha bu paket meclise gelmeden çok önce, Prof. Özbudun’un hazırladığı anayasa taslağı ile ilgili eleştirilerini, fikrini ifade eden ve ekibine bunu ciddi manada çalıştıran bir öngörüye sahipti. Bu paket, meclis genel kuruluna geldiğinde de ortak zeminlerimizde bunu çalışmıştık ve zamanın DYP’sinin II. Demokrasi Paketinin çok gerisinde olduğunu ifade etmiştik. Bu paketin, Anayasa Mahkemesine ve oradan da halkoylamasına gideceği belliydi. Biz daha o günlerde, “yetmez ama evet” tavrımızı belirlemiştik. Bazı arkadaşlarımız, sürece müdahil olmamamızı, sadece sayın Soylu’nun basın ile temas ettiği noktada fikrini açıklamasının yeterli olacağını düşündüler. Ardı ardına yapılan toplantılar da ve bizim de fikrimizi sordukları noktada, Genel Başkanımız sayın Soylu’nun, tarihi bir cesaret, yüksek bir ahlak ve demokrasinin, demokratların, Demokrat Parti’nin izzeti ve şerefi için, “Güçlü ve Modern bir Türkiye için ilk adım: Evet” hedefini bize gösterdiğini gördük. İlk toplantıya talip olduğumuzda da, bize, arkadaşlarımıza ve Tire’ye verdiği değeri de görmüş olduk. Tarih sanırım bunu yazacaktır. Biz 4 Ağustos’ta inandığımız doğruyu bir kez daha zirveye taşıdık. Adanmış demokratlık ve inanmış demokratlık bizim dilimizde değil, fiilimizde de geçerlidir. Tarih yazılırken bu fotoğraf karesinde yer alamayanlar düşünsün…
Niye söylediniz şimdi bunu, 4 Ağustos sonrası için mi?
Yani. 4 Ağustos’a giden süreçte birilerini elektrik çarptı, kucaklarına trafo oturtulmuş gibi oldular. Oysa yaptığımız hür fikre bir tartışma zemini açmaktı. Panel düzenledik. Çağdaş dünyada, bu tip organizasyonlara taraftar ya da muhalif herkes gelir, dinler, alacağını alır, gider. Yok, bizimkiler, engel olmak için ellerinden geleni yaptılar. Seviyeyi düşürdüler ve maalesef bizi ötekileştirip, ittiler.
Bizi ötekileştirip, ittiler derken?
Şimdi, bu “Gökçe Ok kim?” diyenlerin zaten bir hazım problemi vardı. Düşünün, halkın bağrına bastığı genç bir ekip var. Bir tarafta, seçim kazanan ama koltuğu elinin tersiyle itip fazilet dersi veren en genç ilçe başkanı, üstelik seçimi iktidar partisinin adayının elinden söküp alıyor. Ama haksızlık kurumsallaşınca dönüp arkasına bile bakmıyor. Bir tarafta bu genç ekibe ve ilçe teşkilatına maddi-manevi ağabeylik yapan, kırk yıllık siyasetçilere şapkasını ters giydiren ve kilit taşı rolündeki bir siyaset gurusu ve belediye meclis üyesi. Onun yanında bir meclis üyesi daha ve şehrin eşraf tabir edilen ve gelecek vaat eden genç isimleri. Bu ekibin en yumuşak karnı, dışarıdan gelen, Tire’yi bilmez dediğiniz Gökçe Ok. Yumuşak karnın beton olduğunu görünce kimyaları bozuldu tabi. Ormanda ağaçlar ağlaşıyormuş. Bilge ağaç, sızlanmayın baltanın sapı bizden demiş. Bize ilk saldırı saptan geldi, ne hizipçiliğimiz kaldı, ne AKPliliğimiz! Ceviz dişlerine göre olmayınca, hizipçi, AKPli diyerek ötekileştir, itele, oh ne ala, işte ucuz siyaset bu. Ama halkın böyle bir derdi yok!
Bir dakika, bir dakika. Öyle şeyler söylediniz ki, hepsinin ayrıntısını tek tek sormam lazım. Sondan başlarsam, halkın böyle bir derdi yok dediniz?
Said bey, ne biz 29 Mart öncesi ekibiz, ne Tire o günlerdeki Tire. Bir delikten ancak bir kere ısırılır. Mart 2009’da biz bir tarih yazdık ve Tire’yi kimse yabana atmasın dedik. Mart 2009 sonrası bizim ve halkın beklentilerinden çok farklı gelişti. Şimdi bizim Tire’ye ve Tire siyasetine kuvvetli bir özür borcumuz var. Günü geldiğinde biz bu özrü dileyeceğiz ve vefa borcunu ödeyeceğiz. Ancak, Tirelinin bizim samimiyetimizi ve masumiyetimizi anladığını da görüyoruz. 4 Ağustos, bizim Tirelilerle tekrar barışma ve buluşma günümüz oldu. Aldığımız dua ve tebriğin haddi hesabı yok. İlerleyen zaman diliminde ben ve arkadaşlarım gereken her türlü açıklamayı tüm detaylarıyla, tüm çıplaklığıyla yapacağız. Şu an tek bir hedefimiz var, o da 12 Eylül 2010 ve evet!
Çok kararlı konuştunuz. Yani sizin ihrac sürecinizi, partinizle ilişkinizi, Tire siyaseti ve siyasi aktörleri ile ilgili düşüncelerinizi, planlarınızı, beklentilerinizi öğrenemeyecek miyiz?
Bütün bunlar için 13 Eylülü beklemek durumundasınız. (Gülüşmeler)
Dönelim o zaman, neden evet?
Her şeyden önce, benimle bu röportajı hangi kimliğimi muhatap alıp yaptığınıza dikkat etmek gerekir derim. Halkta buna dikkat edecektir. Benimle siyaset yapan bir kişilik olduğum için konuşuyorsunuz. Evet, karınca kararınca siyasetin bir ucundan tutuyoruz. Siyasetin bizde ki karşılığı, milli iradeyi esas alan, milleti önceleyen, devletin karşısında güçlü bir birey oluşturmaya çalışan, bireyin hukukunu koruma amaçlı, liberal dünya ile entegre olmuş, hürriyetçi parlementer sisteme ahdetmiş bir siyasi anlayıştır. Kavramları saatlerce tartışır, içini doldururuz. Çok kısa ve öz olarak siyasette bir karşılığımız vardır ve bunun adı, “Menderes Misyonu”dur. Bizim bunun dışındaki tüm siyaset anlayışlarından, milletin burnundan fitil fitil getirmiş Halk Partisi zihniyetinden, militarist kafa yapısından, ihtilal bakiyesi derin yapılardan farkımız vardır ve olacaktır. Yerel Güç bize bir köşe açar, ilerleyen süreçte, Menderes Misyonu’nun tüm kavramsal haritasını milletin önüne sereriz, inşaallah.
Biz bunu memnuniyetle karşılarız, kapımız her zaman açık. Peki, Menderes yaşasaydı ‘evet’ der miydi?
Menderes niçin siyaset yaptı ve Menderes niçin siyaset sahnesinden çekildi? Menderes ve arkadaşları tarihe “Dörtlü Takrir” diye geçen bir demokrasi manifestosu ile CHP zihniyetine bayrak açarak siyasetteki yerlerini konumlandırdılar. Peki, Dörtlü Takrir, milleti önceleyen ve milletin seçme-seçilme iradesine ve üstünlüğüne atıf yapan bir belgeydi. Oysa CHP, tabiatı itibariyle milletin seçmesine kerhen katlanan, milletin seçtiğine ise tahammül edemeyen bir zihniyetin izdüşümüdür. Yani halka rağmen halkçılık! (Gülüşmeler) Millet göbeğini kaşıyan adamdır, millet bidon kafalıdır, millet neye ve kime niçin oy verdiğini bilmeyen bir sürüdür. Onun oyu ile devletlülerin ve şansölyelerin oyu nasıl bir olabilir? CHP ve Türk siyasi hayatında onunla birlikte hareket edenlerin tanımı ve söylemi budur. Milletimiz ve yerelde Küçük Menderes Havzası’nın insanı önce bunu hatırından çıkarmasınlar, sonra 12 Eylül’de hangi oyu vereceklerine karar vermeleri kolay olur. Menderes, milletin yanında yer aldığı için asıldı, o fotoğraf 12 Eylül 2010 günü sandığa gidenlerin hafızasında canlanacaktır. Menderes yaşasaydı evet derdi ama yaşamıyor. Menderes, Zorlu ve Polatkan fatiha bekliyor, inandıkları ve uğruna şehit oldukları davanın milletten tasdikini bekliyor. O fatihanın okunması, o desteğin rengidir, veriklecek her evet oyu!
Sizin üyesi bulunduğunuz ve gönül verdiğiniz DP’de, CHP ile aynı düşünüyor?
Maalesef, DP’nin şu anki tepe yönetimi, CHP’nin söylemleri ile bire bir örtüşen bir Genel İdare Kurulu kararı yayınlamıştır. Ve orada, o derin ve paralel zihniyet milleti nasıl itham ediyorsa, onlarda milleti demokratik kaabiliyetleri ve hür iradesi üzerinden itham etmektedir. İşte, Dörtlü Takrir bu zihniyete bir başkaldırıydı. Ama üzülerek gözlemliyoruz ki, DP’nin bugünkü tepe yönetimi o başkaldırının, sivil itaatsizliğin tam 65 yıl gerisine düşmüştür. CHP’nin söylemlerinde, CHPli Avcılar Belediyesinin tesettürü rahibe kıyafetine benzeten afişlerinde ne varsa, 27 Nisan e-muhtırasında o vardır, Büyükanıt’ın ben kaleme aldım dediği, Kutlu Doğum Haftası’ndan ürken o talihsiz metinde ne varsa, DP GİK’inin yayınladığı hayır kararında da o malum kafanın bulanıklığı vardır. Aynı elin ürünü gibi durmaktadırlar! Benim üyesi ve gönüllüsü olduğum Demokrat Parti zihniyet itibariyle işgal altındadır. 80 yaşındaki, milletin ve partililerinin artık duasını almaktan başka gayesi olmaması gereken Cindoruk, 41 yaşındaki Süleyman Soylu ile 37 yaşındaki Gökçe Ok ile uğraşmaktadır. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen bir Demokrat Parti Geleneği’nin ve partililerimin bugünkü parti yönetiminin bu kararını tasvip etmesi, o karara göre oy vermesi ve o kararı alanlarla siyasi bir gelecek beklentisinin olması mümkün değildir. Nasıl ki ülke siyasetinin üzerindeki vesayetin ve dipçik izinin kalkması için 12 Eylül bir milat olacaktır, Demokrat Parti’nin üzerindeki vesayetin ve Silivri gölgesinin kalkması içinde 12 Eylül bir milat olacaktır, inşaallah.
Ya olmazsa, ya hayır çıkarsa?
Said bey, ben yerel seçim döneminde de söylüyordum, şimdi ve her zaman da aynı noktadayım. Millet neyi ve kimi seçerse kabulümüzdür, makbulümüzdür. Hayır kararının çıkması mümkün değildir. Millet vereceği kararının sonucunda sivilleşmeyi, özgürleşmeyi ve neticesinde ekonomik kalkınmanın geleceğini bilmektedir. Netice, vesayetin, statükonun, derin yapıların istediği gibi çıkarsa biz bu seçim sonucunu da kabüllenir, kaderimize rıza gösteriririz. Kadere razı olan, kederden emin olur! Ancak durmayız, yılmayız, sinmeyiz. Daha fazla gayret gösterir, daha fazla çalışırız. Benim kendi hesabıma dünyam kararmaz, ben eğitimciyim, insan yüz kapılı saraya benzer, doksan dokuzuda kapalı olsa biri açıktır. Demokrasi hukuk, adalet ve özgürlük demektir. Hürriyet hülyası o açık kapının izini bulacaktır. Kimse milletin ferasetinden şüphe duymasın.
Hukuk ve adalet diyorsunuz ama hayırcılar yargının siyasallaşacağını söylüyor. AKP’nin yargısı olacak diyorlar?
Bunu söyleyenler, bugüne kadar yargı militarizmin yargısıydı diyorlarsa, sivil siyasetin eline geçecek yargının onların üç asırdır tepe tepe kullandıkları yargısal zihniyetten daha hayırlı olduğunu söylerim. Bunu söyleyenler, tanrısal bir histeriye tutulmuş zavallılar. Hiç ölmeyeceklerini ömür boyu iktidar olacaklarını zannediyorlar. Bu korkuyla bugünkü iktidar partisini de ölümsüz zannediyorlar. Böyle bir zavallılık olabilir mi, Allahaşkına? Adama sorarlar, sen ne biçim siyasetçisin? Bu söyleminle rakibini kutsuyor, onun ilalebet iktidarda kalacağı hezeyanını bilinçaltına işliyorsun. Hayır, aslında bunlar yargının kendi kontrollerinden çıkmasına üzülüyorlar. 300 kişinin al gülüm, ver gülüm seçtiği heyetlerin hegemonyası bitiyor, kendi derin iktidarlarının süresi doluyor, ona üzülüyorlar. Buna en çok isyan ve itiraz etmesi gerekenler yargı mensuplarının kendisidir. Adamlar 12 bin kişilik devasa bir yargı camiasının kurumsal kaderini 300 kişilik bir yıpranmış yapıya sıkıştırıp, teslim etmeye çalışıyorlar. Kimse kusura bakmasın. Hem ötesini söyleyeyim. Bu işte AKP’nin rolü sadece meclis çoğunluk iradesini kullanmaktır. Daha fazla değil. Bugün yapılacak değişiklikler, modern dünya hukuku ile benzeşmenin, Avrupa Birliği müktesebatının yakalanmasından ibarettir. Yoksa size karakaşınıza, kara gözünüze bakıp fasıl açıp kapatmazlar. Milleti aldatmasınlar ve yalan söylemesinler, millette bu yalancıların mumunu söndürecektir zaten.
Türkiye bölünecek diyorlar?
Türkiye’yi zaten bölmüşler, bir korku imparatorluğu kurmuşlar. Milleti iç tehdit olarak vasıflandırmışlar, devlete küstürmüşler, bundan ala bölücülük mü olur? Başını kaldıranın başına tokmağı yapıştırıyorlar. Kentin Sesi gazetesi, baktım bir başlık atmış. İşte, evet derseniz, Ahmet Türk, Leyla Zana tekrar siyaset yapacaklarmış. Açın bakın google efendiye sorun bakalım, 1991 yılı TBMM’de o günkü CHP’nin yani SHP’nin milletvekili listesinde Ahmet Türk’ün, Leyla Zana’nın yanında kimin ismi var, Tire’mizin bir evladının, Bakanlık yapmış Sayın Halil Çulhaoğlu’nun. Suç mu peki? Hayır, asla değil. Suç olan, sakat olan, bu memleketin insanına siyaset yaptırmamak. Siyasallaştırmadığın, çözümünü, alternatifini sunmadığın her şeyin karşılığı anarşi, şiddet ve terördür. Adamın dilini bağla, fikrini bağla, kültürünü görme, folklorunu yont, siyasal hürriyetini engelle, ötekile, eline taşı, sopayı, silahı alınca da bölücü de. Kentin Sesi’ne o manşeti attıran, önce kendi iç sesini dinleyecek, huzurlu olacak, huzur duyacak, kendi insanını en az aşılamaya gittiği buzağılar kadar sevecek…
Paketin hayatımızda yapacağı değişiklikler var mı?
Evet, en güzel soru bu. Elbette önemli değişiklikler ve çok önemli katkıları olacak. Milletin bu tip meselelerde güzel bir yaklaşımı vardır. Derler ki, iyi de beyim, bu dediklerinin mala, davara faydası var mı? Hayatın her alanına faydası olacak. Birincisi, Türk siyasi tarihinde ilk defa sivil yani meclisin yaptığı bir değişiklik paketi, sivil iradenin milletin desteğini alacak. Yani, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin iradesine geçmesi için ilk adım atılacak. Darbe zihniyetine dur denilecek. Anayasa’nın tamamen sivilleşmesi için, yeni bir Anayasa için özellikle AKP köşeye sıkışacak. 2011 seçimlerinin temel propagandası Yeni Anayasa olacak. İkincisi, darbe dönemi hukuku bitecek. Hani diyorlar ya, Evren ve arkadaşlarının yargılanması zaman aşımına uğradı. Kalksın bakalım, geçici 15. madde, bırakalım bu işi cesur avukatların, savcıların eline, zaman aşımı var mı, yok mu görürüz. Zaman aşımına uğradı da, niye Evren bu paket geçsin, kafama sıkarım diyor? Bence hiç 12 Eylül’ü beklemesin. Üçüncüsü, Genel Başkanımız Sayın Süleyman Soylu, Türkiye’nin her yerinde anlattı, zırt pırt Anayasa Mahkemesi’ne gitmenin bedeli Türkiye ekonomisine en az 400 milyar dolara mal oldu. Yıllık bütçemiz 650 milyar dolar. Yani Türkiye bir Türkiye’den daha mahrum edildi. İşsiz kalan yüz binler hariç. Elbette, bu değişiklik paketinin mala da davara da faydası olacak. Bakın size bir şey anlatayım. Benim yaptığım iş itibariyle, Milli Eğitim Bakanlığı şu an özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine bir destek veriyor, okula bir desteği yok. Ben, eşimle birlikte bir Avrupa seyahati gerçekleştirdim. Gördüm ki, bu işin doğrusu okul olmak, engelli çocuklarımıza tam gün eğitim vermek, onlara meslek öğretmek, hayata kazandırmak, anne-babasının başında olmadığı zamanlarda hayata tutundurmak. Bir önceki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, 2008 Kasım’ında okulu destekleyen bir genelge yayınladı. Aynı kafa yemedi, içmedi bunu Danıştay’a iptal ettirdi. Gerekçesi ise eşitlik ilkesine aykırıymış. Yani denildi ki, özürlü bir insan sağlam insanla aynıdır. Vallahi de değildir, billahi de değildir. Çocuklar, yaşlılar, dul, öksüz ve yetimler, kadınlar, şehit aileleri ve engelliler, devlete ve toplumun sıkıntısı daha az olan bireylerine karşı daha korunmaya muhtaçtırlar. Pozitif anlamda ayrımcılığa ihtiyaçları vardır. Salt 8,5 milyon engelli vatandaşın penceresinden bile baksanız bu değişiklik paketine milyon kere evet denir. Sayılı günler kaldı, kafasını acaba sorusu kemiren varsa, 15 dakikasını ayırsın, değişiklik paketinin öncesini ve sonrasını okusun. Akl-ı selimin, hür iradenin, millet olmanın gereği olarak evet dışında bir seçeneğinin olmadığını görecektir.
Son olarak bu iş AKP’ye yarar mı?
Bakın ben iddia ediyorum, herkes duysun. Bilakis, mümkün değil ama hayır çıkarsa AKP’nin bir mağduriyeti daha olur. Bu fırsatı onlara neden vereyim? Hak ve hürriyet savunuculuğunu, demokratlığı, milletin egemenliğini en çok savunması gereken Demokrat Parti Geleneği ve Menderes Misyonu’dur. Biz bu kararımızla milletin yanında yer aldık. Milletin ve partililerimizin yüzünü yere eğdiren anlayıştan kendimizi ayırdık. Cindoruk ve ekibi ise vesayetin devamını istedikleri bu vahim kararlarıyla CHP-MHP-BDP ve PKK’nın kuyruğuna takıldılar. Maalesef gerçek bu, acı ama gerçek. Oysa Süleyman Soylu ve ekibi, 13 Eylül sonrası için millete bir ümit ışığıdır. Sergilediğimiz bu duruş inanıyorum ki, milletten gereken duayı almıştır. Ben, bu Demokrasi Buluşmaları ve Evet Desteği için Ramazan ayı boyunca Sayın Soylu ile birlikte gezdiğimiz Türkiye’nin 50 ilinde coşkuyu yaşayarak şahit oldum. AKP’den sıkılanlar ve korkanlar bilsinler ki, alternatif vardır. Anayasa devletle millet arasında sözleşmedir. Bu yapılacak olan sözleşme eksiktir, yetersizdir. Ama ne olur, kimsede bizden sivil bir inisiyatifin, milli egemenliğin, meclis iradesinin karşısında bir tavır, tutum ve davranış beklemesin.
Sayın Ok, teşekkür ediyoruz. Söz verdiğiniz gibi bayram sonrası, diğer açıklamalarınızı ve referandum sonuçları ile ilgili değerlendirmelerinizi bekliyoruz…
Sanırım, “Gökçe Ok kimdir?” az çok bir fikir sahibi olmuşsunuzdur. Gökçe Ok, son tahlilde, neticesi kendi zararına olsa bile, hasmına dahi şefkat, merhamet ve dostluk gösterecek bir mayaya sahiptir, böyle bilinsin. Neyi paylaşamayacağız ki? Eğer kırıp, üzdüklerim olduysa her daim helalleşmeye hazırım. Küçük Menderes’in demokrat milletine selam ve hürmet ediyorum. Bereketli bir manevi iklimi olan mübarek Ramazan ayınızı ve bayramını, şahsınız ve gazeteniz Yerel Güç nezdinde tebrik ediyorum. Son sözüm, Güçlü ve Modern bir Türkiye için: Evet, olsun…