Yargıda meydana gelen sıkıntılar ve pek çok konudaki anti demokratik uygulamalar bir kenara bırakıldığında; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarı süresince belki en büyük skandallar eğitim alanında yaşandı. Eski bakan Hüseyin Çelik döneminde 90 puan alan bazı branş öğretmen adaylarının ataması yapılamazken, ismine hürmeten mi bilinmez Beytullah Yağız isimli şahsın 57 puanla ataması yapılmıştı. Yine Çelik’in “takdir yetkisi”ni (!) kullanarak iki haftada 350 kararname imzalayarak gerçekleştirdiği atamalar şaibeli bulunmuştu. Nimet Çubukçu zamanında da sayısız skandala imza atılmıştı. Bu süre içinde defalarca değişen sınav ve başarı sistemi de her defasında fiyasko ile sonuçlandı ve milli eğitim adeta deneme yanılma tahtası haline getirildi.
Bu süre içinde Başbakan’ın basbas bağırarak “velilerden para alınmayacak” demesine rağmen, okullara katkı payı (!) adı altında velilerden para istenmesi, ödeyemeyenlere okullarda hizmetçilik yaptırılması hatta tuvalet temizlettirilmesi gibi artık normal karşılanır hale gelen skandallar da azımsanmayacak kadar çok oldu. Yine öğretmen atamalarında meydana gelen adaletsizlikler ve atama sıkıntısı sebebiyle parçalanma noktasına gelen öğretmen aileleri de sıkça rastlanan sorunlar arasında yer aldı.
ÖSYM’ye gelince bu konuda kitap yazılsa olacak neredeyse. Hangi skandalı yazacağımı bilemiyorum. Yaşanan tüm saçmalıklara rağmen nasıl bir ruh haliyse birileri (!) tatmin olmayı beceriyor. 2009 yılında yaşanan KPSS skandalı bir cemaatin mensuplarının nasıl kayırıldığını açıkça göstermişti. Yine son haftaların popüler gündemi olan YGS ‘deki şifre skandalı da adeta “yok artık, bu kadar da olmaz (!)” dedirtti. Bugüne kadar yapılan sınavlardaki alışılagelmiş uygulama sayısal sonuç içeren seçeneklerin adayların algılaması kolaylaştırmak için küçükten büyüğe ya da büyükten küçüğe olacak şekilde sırayla verilmesiyken, bu seneki sınavda seçeneklerin şifrelenmesi (!) gözden kaçmadı. Gerçi bu durum karşısında ÖSYM başkanı Ali Demir’in açıklaması iktidar başta olmak üzere küçük bir kesimi tatmin (!) etmiş. Ya bizde algı sorunu var ya da birileri çok kolay tatmini oluyor. Yakın geçmişteki yazılarımdan birinde de değindiğim bir konu da başka bir skandaldı. Sayın Ali Demir’in sınavda kopya çekilmemesi (!) için Anayasayı ve haberleşme özgürlüğünü hiçe sayarak telefon operatörlüne “iletişimi kesmeleri” teklifinde bulunması akla ve mantığa uymayan bir talepti. Be adam bu kadar titizsin de bu şifre mevzusu nasıl oldu? Yoksa aklınca dikkati başka yöne çekerek “bakın ben ne kadar ince düşünceli biriyim” havası mı vermeye çalıştı?
Eğitim alanındaki skandalların ardı arkası kesilmiyor. ÖSYM gibi bir kurumun başına getirilen Prof. Ali Demir ile ilgili bomba gibi bir olay ortaya çıktı. Zat-ı şahaneleri meğerse intihalci imiş. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir 1990’da Teknik ve Tekstil Dergisi’nde 9 bölüm süren yazı dizisinde intihalde bulunmuş. Yani akademik hırsızlık yapmış. Akademik ahlakı bırakın hiçbir vicdana sığmayan bu olay şöyle gerçekleşmiş; Ali Demir Peter Latzke’den alınma makaleleri sanki kendi eseriymiş gibi yayınlatmış. Ancak makaleler, kelimesi kelimesine tercüme idi ve bu intihal sayılıyordu. Bu durum Leeds Üniversitesi’nden Prof. Mike Denton’un dikkatini çekti. Onun Loughborough Üniversitesi yönetimine başvurması üzerine konu Tekstil Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gordon Wray’a iletildi. Yapılanı akademik ahlak açısından kabul edilmez bulan Dr. Wray soruşturma başlattı. Dr. Demir’in kariyerini tümden bitirecek bir adım atmak yerine, akademisyen dostlarının da ricalarını kıramayarak, onun Teknik ve Tekstil Dergisi’nde bir özür yazısı yayınlatmasına karar verilmiş. Yani Ali Demir bir özürcükle durumdan sıyrılmış. İntihal, kopya, hile ya da üçkağıtçılık; adına ne derseniz deyin çok çirkin. Hele hele bir bilim adamına hiç yakışmıyor.
Artık tamamdır derken geçenlerde Doğu ve Güneydoğu illerindeki açık lise sınavında gözetmen olarak görev yapanların bırakın kopyayı cevap anahtarını tek tek sınıfa okuduğu televizyonlara malzeme konusu oldu. Hatta uzun zamandır benzer yardımların (!) yapıldığı ve de bu sebepten bazı uyanıkların sınava Doğu ve Güneydoğu illerinde girmek için talepte bulundukları iddia edildi. Olanlardan sonra 1990 yılında girdiğim ÖYS sınavı ve sonrasında yaşadıklarım aklıma geldi. 1990 yılındaki ÖYS sınavı sonucunda 67 sosyal sorusunda 52 net, 64 Türkçe sorusundan 56 net ve 52 matematik sorusunda da 32 net çıkartarak hukuk fakültesini kazanmıştım. Okulun ilk günlerinde konuşulan konuların başında sınav sonuçları geliyordu. Ben sınavdaki başarımla gurur duyarken açıkçası Türkçe’yi doğru dürüst konuşamayan, diksiyonu da ifadesi de bozuk bir arkadaş Türkçe’de 64’de 64 yaptığını söyleyince ağzım açık kaldı. Hele zaman içinde kendisinin IQ’sunun çok sıradan olduğunu görünce bu kez beni bir düşünmek aldı. Kendime sordum “bu adama vahiy mi gelmişti de %100 başarı sağlamıştı?”. Kafamdaki cevap bugünküne yakın olsa da, bugün kayıt altına alınmış görüntülerle ortaya çıkan durum düşüncemi daha da netleştirdi.
İnançtan ve vicdandan bahseden birileri; hak, adalet ve eşitlikten bahseden bir diğerleri yapılan hırsızlık ve soysuzluk karşısında hala nasıl inançtan, vicdandan, haktan ve adaletten bahsedebiliyorlar ve emeğini çaldığı rakiplerinin önüne geçtiklerinde yataklarında nasıl rahat rahat uyuyorlar anlamıyorum, anlamak da istemiyorum.
Bir zamanlar söylenen “bu öğrenciler olmasaydı ne güzel idare ederdim Milli Eğitimi” sözünün tersini söylemek geldi içimden. Şu bakanlar ve yüksek mevkideki yöneticiler olmasa Milli Eğitim ne güzel idare eder kendi kendini…