Ancak her “eşkıyalığın”, her isyanın bir sosyal, ekonomik, politik nesnel nedenleri vardır.

Keza Türk tarihinde çıkan isyanların büyük bölümü de yine bu nesnel zeminlere dayanmaktadır.

Robin Hood’u isyan ettiren şey nasıl topraklarına el konulması ise Çakırcalı Mehmet Efe’yi Ödemiş’te dağlara çıkaran nedenler de benzerdir. İsyanın dışa vurum noktası olan “zenginden alıp fakire dağıtma”daki amaç da isyanın aslında ekonomik temellere dayandığını gösterir.

Çakırcalı için kısa bir bilgilendirme yapmakta fayda var.

Sürekli savaş kaybedilen topraklarda sürekli yoksullaşan halk kendine bir çare bir kurtarıcı arar. İşte Ege dağlarında o kurtarıcı Ödemişli Çakırcalı olmuştur.

Zorda kalmadıkça hükümet askerine kurşun sıkmayan, devlet malına el sürmeyen, ırza namusa dokunmayan, zenginden alıp yoksula veren, çetesiyle birlikte kısa sürede dokuz dağda nam salan Çakırcalı, peşine takılan Arnavut ve Çerkez çetecilerinin, Kamalı Zeybek gibi hunhar rakiplerinin, köylüye eziyet eden beylerin ise gözünün yaşına bakmaz.

YÖRÜKLER HORZUM'DA TOY YAPTI YÖRÜKLER HORZUM'DA TOY YAPTI

Çakırcalı o kadar büyür Osmanlı kendisiyle başa çıkamadığını anlayınca çoğu alandan çekilmek zorunda kalır. Bu süre Çakırcalı Mehmet Efe, halktan vergi almış, adalet dağıtmış, yol, köprü ve camiler yaptırmış, her evlenene de en az iki öküz bağışlamış.

Devletten görmediğini Çakırcalı’dan gören halk ise pek tabii Çakırcalı ve adamlarına kol kanat açmış.
Karıncalıdağ’da zabitlerle girdiği çatışmada öldürülmesinin ardından ise kızanları başını keserek tanınmasını engellemişlerdir. Cesedi ilk karısı Iraz Hanım tarafından vücudundaki benden tanınmıştır. Başsız cesedi Nazilli'de gömülmüştür. Yine bu olayın ardından İzmir’in Kavakları türküsü yakılmıştır.

1948 senesinde en küçük kızı Hatice Akkaş tarafından Nazilli'den alınarak dedelerinin köyü olan Ödemiş-Kayaköy mezarlığına defnedilmiştir.

Çakırcalı ile ilgili olarak Yaşar Kemal’in, Sait Faik Abasıyanık’ın kitaplarının yanı sıra Sabri Yetkin’in Ödemişli Öğretmen Halil Dural'ın notlarına dayanarak derlediği Bize Derler Çakırca (19. ve 20. Yüzyılda Ege'de Efeler) kitabın da Çakırcalı’nın yaşamı ile ilgili dolu dolu bilgiler bulabilmeniz mümkün.
İNGİLİZ GAZETESİNDEN NOTLAR

Çakırcalı sadece bölgesel-ulusal değil aslında uluslar arası boyutta da dikkat çekmiş bir kişilik olduğunu bu bilgi ve belgelerde bulabilmek mümkün.

Örneğin, İzmir Fransız Başkonsolosu Paul Blanc, 24 Temmuz 1903 tarihinde, Fransız Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği telgrafta, Çakırcalı Mehmet Efe’yi “Çakırcalı sıradan bir kanun kaçağı değil, tüm faaliyetleri ve maceraları Alexander Dumas’ın efsanevi Üç Silahşörler’i bile onun yanında ikinci sınıf maceraperestler olarak kalır” cümleleriyle nitelendirmiştir.

İngiliz Queensland Times gazetesinin 5 Şubat 1912 yayınlanan makalede ise  “Doğunun Diavolo”su ve “Gerçek Hayatta Bir Dumas Romanı” başlıkları altında, Çakırcalı’yla ilgili bilgiler İngiliz okuyuculara aktarılmış.

Anlatı ise şöyle:

“Çakırcalı’nın kariyeri çok sayıda korkutucu olayla, birçok gizemli işlerle doludur. Kılıç ve ateşin, kan ve katliamın, tarif edilemez zalimlik ve sonsuz pervasızlığın şövalyevari bir centilmenlikle harmanlandığı bir hikâyedir.

Çakırcalı çoğu kez merhametli ve cömert bir karakter sergilerdi... Öte yandan dindar biriydi. Yakın Doğu’nun tüm eşkıyaları dindardır. Fra Diovolo’muz her gün beş kez camiye gidip namaz kılmayı ve tutkulu bir Müslümana yaraşır şekilde dua etmeyi asla ihmal etmezdi. Bir keresinde, yıkanmaya zaman bulamadığından eşkıya abasından insan kanları sızar şekilde namaz kılmıştı. Yaradan’ın nefret edilesi bir düşmanın kanını göz ardı edebileceğini ancak namazı kaçırmasını affetmeyeceğini düşünüyordu.

Kadınlara karşı ise tam anlamıyla bir centilmendi. Karşı cinsi asla hiçbir anlamda taciz etme girişiminde bulunmadığı söylenir. Kadınlara karşı olan eşsiz kibarlık ve nezaketi, sessiz, narin bir taşra kızı olan kız kardeşinin etkisiyle oluşmuş olmalıdır. Yakın Doğu’nun her karış toprağında, görev ne kadar tehlikeli olursa olsun, ona hizmet etmeye hazır ve gönülden bağlı olan kadınlar vardı. Yetkililerin yıllarca kendisini ele geçirme çabaları karşısında, her seferinde yakayı sıyırmasının altında işte bu fedakar kadınların çabaları yatıyordu. Kadınlar gerektiği durumlarda onu haftalarca evinde saklar, aşını tedarik eder, düşmanlarının her hareketi hakkında bilgilendirir ve tehlikeli bölgelerdeki gizli patikalarda rehberlik yapardı… O da kadınlara olan gönül borcunu vefasıyla ödemiştir. Birçok köylü kızı, zengin çeyizini onun cömertliğine borçludur. Birçok uçkuruna düşkün adam da masum kadınların ırzına göz diktiği için, Çakırcalı’nın hiddetine kurban giderek zamanından önce Anadolu’nun balta girmemiş ormanlarının tenha yerlerine gömülmüştür.

İzmir’in zengin soylularından, boylu poslu ve çok güçlü bir adam olan Abdurrahman Bey, bir keresinde, Çakırcalı ile karşılaşsa onu anında zapt edip, ilk vapurla İstanbul’a getirebileceğini anlatarak böbürlenmişti. Ayaklarında demir prangalarla padişahın ayaklarının dibine fırlatacağını söylüyordu. Aynı gece Fra Diavolo soylunun yatak odasında belirdi ve sessizce: ‘Böbürlenmelerin kulağıma kadar geldi ve küstahlığın için seni cezalandırmaya geldim.’ dedi. Abdurrahman’ın tarifsiz sıkıntısı rahatlıkla anlaşılıyordu. Eşkıyanın gizemli bir şekilde, aniden ortaya çıkışı adamı felç etmiş ve niyetini unutturmuştu. ‘Yaşamın için endişe etmene gerek yok” dedi Çakırcalı. “Seni öldürmeyeceğim. Sadece burada olduğumu ortaya koyan birkaç hatıra almayı düşünüyorum. Yatak odana sızmamı kesinlikle mümkün bulmayan yoldaşlarıma, son derece güzel ve pahalı bir küpe taktığın sağ kulağını getirmeye söz verdim. Eğer müsaade edersen başlayalım’ Ardından Çakırcalı kocaman bir revolver ile ufacık bir neşter çıkardı. Bu küçük, zalimce operasyonu gerçekleştirmekte en ufak bir zorluk yaşamadıktan sonra hemen aynı gece yoldaşlarıyla sıra dışı cüretinin tüyler ürperten zaferini paylaştı.

Bu Osmanlı Fra Diavolo’sunu şahsen tanıyan bir adamın tarifine göre ufak, tefek bir endama sahipti ancak göğüs ve kol kasları Sandow’u13 dahi kıskandıracak ölçüde güçlüydü. Golf ve futbol oynardı. Küçük ve çekik gözleri, mükemmel hafızası vardı. Her zaman taşıdığı Martini tüfeğini, yemek yerken dahi bacak arasına sıkıştırırdı. Az konuşurdu. Sürekli hareket halinde olan Çakırcalı, aniden en beklenmedik mahalde bitiverirdi. Birine nişan aldığında, ölüm kaçınılmazdı. Asla ıskalamazdı. Tebdili kıyafet, en kalabalık İzmir caddelerini arşınlardı. Kimliğini o kadar iyi gizlerdi ki, çok kereler kendisini ele geçirmek için yollanan müfrezelerin subaylarıyla akşam yemeği yemeyi başarmıştı”
 

Editör: Tutku Küpeli