“Tamam, bu sonuncusu" derken arkası hep gelir. Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürülür. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklanır. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına izin verilmez. Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarılır.
Üç ay önce, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahseden Humeyni, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan eder.
Mollaların en büyük siyasi stratejileri işlerine gelmediği zaman gündemi değiştirmektir. Hemen referandumu(halk oylaması) gündeme getirirler. Halka İslam Cumhuriyeti’ni isteyip istemedikleri sorulacaktır. Halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten? Amaç açıkça bellidir: "İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"
Aydınlar bu oyunu bildikleri halde "Önemli olan cumhuriyet, serbest seçimler, demokratik hak ve özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?" der. Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindir. Bu sonuç Mollalarca iyi kullanılır. “Tüm ülke yaptıklarımızı onaylıyor” havası esmeye başlar. TV ve basın da ellerine geçer.
Mollalar güçlendikçe saldırganlaşır. Önce tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi ardından "Keyhan" Gazetesi kapatılır. Bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlense de iş işten geçmiştir artık. Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halk nasıl olup da sus-pus olmuştur. Mollaların gerici yasa ve kurallarına karşı çıkması beklenen halk, mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından daha çok gitmeye başlar. Örtünmek moda olur. Solcu, demokrat ve milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi olur. Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konulup idam edilir. Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurt dışına kaçar. Mollalar güçlendikçe iktidara yerleşir. Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr’dır. O da yurtdışına kaçmak zorunda kalır.
İranlı bir gazeteci-yazar Bahman Nirumand’ın (ki önce İslam devrimini desteklemiş, daha sonra ülkesinden kaçarak canını zor kurtarmıştır.) şu sözleri bir ders niteliğinde: “Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı. Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk. Yanıldık.”
Yine bir başka İranlı şunları söylüyor: “Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi. Beyinleri yıkandı ve fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. Emir komuta zincirinde yapılanmış olan din adamları halkı kontrol altına aldı. Kargaşa ve kaos ortamında askeri Kışlalar basildi. Ellerinde Kur'an ile kışlalar ele geçirildi”
Evet, İran’a şeriat, demokrasi ve özgürlük vaatleri ile gelmişti. Hiç kimse sonucun bu olacağını beklemiyordu. “Tek Şah yönetiminden kurtulalım, demokrasi İslam Cumhuriyeti de olsa gelsin” deniyordu. Bugün Türkiye’nin gündeminde tartışılan soru İslam devriminden önce İran’ın da gündemindeydi. Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye’deki İslami hareketler ile İran’daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mı? Türkiye, İran’a benziyor mu?
Saygılarımla, hoşça kalın.