Aslında ara bu kadar uzun olmayacaktı. Gazete yönetimi ile yaptığımız görüşme sonrasında tekrar yazma gününü belirlemişken Gezi Parkında belediyenin yapmağa başladığı yeni düzenlemelerden kaynaklanan süreç başladı.
Bu şekilde karşıtlığa dayanan ancak tek merkezden yönetilmeyen geniş katılımlı gösterilerin düzenlendiği bir ortamı, ülke tarihimizde pek görülmemesi nedeniyle izlemeği ve anlamağa çalışmağı tercih ettim. Zaten süreç sonunda gereksiz heyecana kapılarak anlık tepkisel yorumlarda bulunanların romantik hayalleriyle baş başa kaldıklarını gördük.
Süreç sırasında bir tarafın hala geçmiş korkularından kaynaklanan paranoyalarının esiri diğer tarafın ise kendilerinin gerçekleştiremediği ve belki de bunun için en ufak bir çaba dahi göstermedikleri hayallerinin gerçekleşeceği zannına kapıldığı, günler sonra ortaya çıktı.
Gezi olaylarının ilk birkaç gününden sonra yaşanan gelişmeler ve sürecin yönü ülkemizin esas kesimini oluşturan ve kimilerince makul çoğunluk olarak adlandırılanlar için ise sosyal ve kültürel olarak her ikisiyle de tam olarak bağdaşamadıkları o iki kesimin Gezi Parkı üzerinden güç gösterisinden başka bir şey değildi.
Gençlerin klasik örgütlenme yöntemleri dışında bir araya gelmeleri ve sosyal, kültürel, etniksel, sınıfsal, dini ve benzeri tüm ayrışmalardan uzak taleplerinin içtenliğinin büyüsü bir süre sonra büyüklerin! devreye girmesi ile kayboldu.
Gençlik tarafından başlatılan hareketlerin yönlendirilmesi, ilk haklı ve masum hareket sonrasında elde edilecek sonuçların yalın olarak gerçekleşmesine zararı olmuştur. Bir başka değişle suyun kendi yolunu bulmasının önü kesilmiştir.
Gezi olaylarının yönlendirilmesi sonrası başlayan ikinci aşamayı haklı ya da haksız olduğunu söylememekle birlikte; meslek odalarının, sendikaların hatta partilerin dahi doğrudan müdahil olmak yerine görüşlerini açıklamakla yetinselerdi ülkemizin tabandan gelen bir istek ve arzuyla demokratikleşmesi yolunun açılması belki de mümkün olabilecekti.
Ama şu anda yine birkaç partinin anlaşıp yeni Anayasa’yı hazırlamaları ve ülkemizin demokratikleşmesi için yine tepeden atılacak adımları beklemek durumundayız.
Mevcut siyasi partilerimizin yönetim kadrolarının Gezi parkı olaylarında ortaya koydukları tavır; toplumla daha doğrusu 5-10 yıl öncesine göre daha liberalleşen, Avrupa Birliği süreci yanında, eğitim süresinin artması ve yaygınlaşması, internetin yaygınlaşması gibi hususların etkisiyle yetişen yeni neslin genel ya da yerel yönetimden beklentileri ve hayata bakış açıları gibi konulardaki eğilim değişikliklerini göremediklerini ve dolayısıyla yapacakları yeni Anayasa’nın da önümüzdeki 5- 10 yıl sonra yetersiz kalacağının farkında bile olmadıklarını göstergesi olduğunu söylemek sanırım çok yanlış olmaz.
Şöyle bir benzetmeyle bunu biraz açmakta yarar görüyorum. Eskiden “Ödediğiniz her kuruş vergi size yol, su elektrik olarak geri döner” diye bir söz vardı hatırlarsınız. Ama artık yeni Türkiye’de insanlar sadece yol/su talebiyle yetinmeyip dünya standartlarında kaliteli, güvenli yol; sağlıklı su talebinde bulunuyorlar. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt gibi enerji ürünlerinin ucuz olmasını talep ediyor.
Bir başka değişle artık talepler sadece ihtiyaç/menfaat ekseninden çıkmış, aynı zamanda güvenli, sağlıklı olması, görsel güzelliği gibi yeni değerleri de içermeye başlamıştır.
Bunun içindir ki artık yerel ya da genel yöneticilerin “yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıdır” demesi yeterli olmayıp “neyi, nasıl yaptığı” daha önemli hale gelmiştir.
Önümüzdeki hafta somuta indirgeyerek genel iktidarın ve yerel de ise Ödemiş Belediyesince yapılan hizmetlere bu açıdan değerlendirmeye çalışacağım.