Genel seçimler olur milletvekili seçeriz. Yerel seçimler olur belediye başkanı… Bi genel bi yerel derken yuvarlanıp gideriz. Seçeriz seçmesine de ne yapıp ederler hiç bilmeyiz. Aslında biliriz de pek ilgilenmeyiz. Onların bizi hatırladığı gibi bizde onları seçimden seçime hatırlarız. Gün gelir deli gibi aradığımız anlarda telefonlarımıza çıkmayışlarına kızarız. “İnsan bi geri döner!” diye sinirlenir ve hatta kalaylarız. Bazen kafayı makam odalarının kapalı kapılarına bazense kapısında, önünde ve arkasında “Resmi Hizmete Mahsustur” yazan makam araçlarının siyah camlarına takarız. Siyah camlar aracın içini pek göstermese de biz adamın içini görür, içini biliriz. Biliriz, biliriz de pek ses etmeyiz. Ancak o makam odasına soktuğumuz gibi çıkartmasını da biliriz.
Zamanı gelince tepkimizi koyar, onu kovar ve yerine başka birisini seçeriz. Seçeriz seçmesine de yine beceremeyiz. Seçim öncesi ruhumuzu okşayan o tatlı sözlerin yerini yine anlamsız bir kibir alır. Gülen yüzler artık gülmez olur. Kendini beğenmişliğin verdiği o cüretle, seçilen adam sokağındaki komşusunu bile tanımaz bir hale gelir. Artık dokunan, konuşan ve umut vaad eden o adam gitmiş yerine, korunup kollanan ve tehlike saçan bir adam gelmiştir.
Bana göre bu bir hastalıktır. Hem de bulaşıcı bir hastalık! Her gidenin her gelene bulaştırdığı ve maalesef henüz şifası bulunamamış bir hastalık... Makam koltuğuna oturulduğu anda nükseden bu hastalık, hastalığa yakalanan kişi tarafından ancak o koltuktan kalktığı gün fark ediliyor. Çünkü o güne kadar çevresinde fır dönen pervane olan kişilerin hepsi yanından, etrafından bir bir kaçıveriyor. Artık ne selam verdiği komşusu selamını alıyor ne de her gün en güzel çaylarını içtiği çaycısı… Yalnız, yapayalnız kalıyor. Koltuğun, makamın aslında bir emanet olduğunu geç de olsa anlıyor. Üzülüyor ama fayda etmiyor.
Işıklar sönüyor ve perdeler kapanıyor. İsmi Ali, İrfan, Şakir her neyse… Önündeki başkan, vekil yada bilmem ne sıfatları birden bire uçup gidiyor. Ali kalıyor geriye ya da İrfan, Şakir her neyse…
Filmi başa sarmak istiyorlarsa da bu pek mümkün olmuyor. Rolü bir başkası kapıyor. Velhasıl aranan yeni yıldız bulunuyor. Bu yıldız geçmişte bu hastalığı yaşayıp atlatmışsa ne âlâ değilse tarih yine yeniden tekerrür ediyor.
Sözüm meclisten içeri bu bulaşıcı hastalığa yakalanan başkanlar, vekiller olduğu sürece bir yanda “Küçük dağları ben yarattım” diyen sözüm ona halk adamlarını diğer yanda ise “Ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim” diyen halkı göreceğiz,
görmeye de devam edeceğiz.
“Peki, kim hasta kim değil?” derseniz bende size “Etrafınıza şöyle bir bakın!” derim. Bu hastalığın teşhisi için doktor olmak gerekmiyor. Tarafsız olun, tarafsız bakın yeter!