Geçen yazımda Tire Belediyesi ve Ege Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen “Birinci Ulusal Tire Sempozyumu” ile ilgili görüşlerimi beyan etmiştim. Her ne kadar Tire’de bir sempozyum düzenlenmesinin takdir edilecek bir faaliyet olarak desteklenmesi gerektiğini söylemiş olsam da, sempozyumun gerek içeriği gerekse de program konusunda kısmen eksik ve yanlış bulduğum yönlerini izah etmeye çalışmıştım.
Önceki yazımda Tire Sempozyumunun aslında üçüncü kez düzenlendiğini hatırlatarak; bu konuda belediyemiz tarafından daha önceki yıllarda sanki hiç bir çalışma yapılmamış gibi, bu sempozyumun isminin “Birinci Ulusal Tire Sempozyumu” şeklinde belirlenmesinin sorgulanması gereken bir tutum olduğunu ifade etmiştim. Öte yandan “ulusal” kavramının bu sempozyumun adına iliştirilmesinin de ne gibi bir mantık ürünü olduğunu dile getirmiştim.
Bilimsel bir etkinliğin altına imza attıklarını söyleyenlerin öncelikle eleştirilere karşı duyarlı ve mantıkılı olmasını beklerdik ama, maalesef başta sayın başkan olmak üzere, muhataplarımız bizi bir kez daha feci halde yanılttılar...
Her şeye rağmen, bana göre “Üçüncü Tire Sempozyumu”nda, 33’e yakın bilim adamı ve yerel konuşmacılar, hazırlamış olduğu bildirileri 3 gün boyunca gerçekleştirilen oturumlar ile dinleyicİlere aktardılar. Ve geçtiğimiz pazartesi günü başlayan bu sempozyum da, Çarşamba günü öğle saatlerinde son buldu. Tüm emeği geçenlere Tire adına teşekkür ediyorum.
Ancak sempozyumun son oturumu olan değerlendirme konuşmalarında sayın başkanın önceki yazıma atıfta bulunarak söylemiş olduklarına değinmeden geçemeyeceğim. Güya sayın başkanımız benim “kişisel husumetim” nedeni ile böyle bir yazıyı yazdığımdan yola çıkarak, aklı sıra salondakilere “tecrubeli bir eğitimci” olarak, “dikkate alınmayacak” şeyler yazdığımdan bahsetmiş. Ayrıca da “ulusal” kelimesinin anlamını bilmediğimden dem vurararak, beni okutan öğretmenlerimin suçlu olduğu sonucuna ulaşmış.
O sırada salonda bulunan onlarca bilim adamı ve dinleyiciler bu söylenenler hakkında içlerinden ne geçirdiler bilmiyorum ama, sayın başkanımın bu ifadeleri beni bir kez daha gülümsetmiş oldu. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Bakın sayın başkanım ve sevgili basın yayın personeli arkadaşım, öncelikle şunu belirteyim ki, şahsınıza karşı hiç bir kişisel husumetim yok. Olamaz da... Zira ben sizler gibi sözlenenleri kin ve öfke ile dinleyip, o psikoloji içerisinde değerlendiremem asla... Şahsıma karşı şu ana kadar uygulamış olduğunuz politikalar, belki sizin “usta bir siyasetçi” olduğunuzu ortaya koyabilir ama , bende hiç bir zaman gizli yada kişisel bir husumeti oluşturmadı. Hepinize ayrı ayrı saygı duyuyor, hatta bazı yönleriniz ile “seviyorum” bile diyebilirim.
Anlıyorum, bana karşı uyguladığınız bazı politikalar veya düşüncelerinizle şekillenen ifadeleriniz sizin kendi şahsınıza yapılmış olsaydı bu durumu büyük bir ihtimal ile husumetle karşılardınız ama; bence kendinizi ayna da görür görmez herkesi kendiniz gibi bilmekten vazgeçin. Tekrar söylüyorum ben sizin gibi değilim. Hatta bu tür bir siyaseti gördükçe içimde oluşan bulanıklıktan dolayı da, asla olamam.!
Gelelim “ulusal” kelimesinin anlamına... Türk Dil Kurumu Türkçe sözlüğünde, ulusal kelimesinin karşılığı olarak “milli” kelimesi kullanıyor sadece. Yani gerek içerik gerekse katılımcılar açısından milli olan demek ulusal... Şimdi geçen yazımdaki soruyu yeniden soruyorum. Bu sempozyum eğer size göre “milli” ise, öncekiler neydi.? Farkı nerede? Bakın yanlış anlamayın ben bu sempozyum ulusal değil demek istemedim, sadece öncekilerden hangi farkı ile “ulusal” olduğunu soruyorum. Eğer,”ulusal” kelimesi ile farklı üniversitelerden bilim adamlarının bu sempozyuma katılmasını kastediyorsanız, öncekiler de öyleydi... Yok eğer, sempozyumun konusu ise onu “ulusal” yapan, öncekilerin de konusu aynıydı... Ben anlamadım. Böyle şeylerin altında husumet arayacağınıza bir açıklayıverin de biz de anlayalım.
Her neyse... Fazla söze hacet yok.
Yeri gelmişken, kulağıma kadar gelen “çamur at izi kalsın” mantığı ile niyetlenilerek çalışılmaya başlandığını duyduğum bir takım adli girişimler için sarfedilen bazı sözlere de kısmen değinmek istiyorum. Şunu herkes bilmeli ki, Allah’a şükür hiç bir zaman ot yiyerek, karnımın ağrımasına sebep olmadım. Hesabını vermediğim ya da veremeyeceğim tek bir eylemim bile olmadığı konusunda oldukça rahatım çok şükür. Asıl adaletsiz davrananlar ya da adaletin verdiği kararları uygulamayanlar bu yönleri ile gündeme gelmekten korksun... Şimdilik başka da bir şey söylemek istemiyorum.
Dediğim gibi benim vicdanım rahat. Dikkat edin de bir gün bir başka konuda adalet sizi suçlu bulmasın... Bilmem anlatabildim mi?