O soruyu kendimize sürekli sorarız; “değer mi?”…
Düşündüklerimiz, yaşadıklarımız, umutlarımız, hissettiklerimiz, üzüntülerimiz, acılarımız, anılarımız yani hayatta başımıza gelebilecek olanlar gerçekten “değer mi?” O’na değer mi? Terk edilmişliklere değer mi? Unutulmuşlara değer mi? Yaşanılanlara değer mi? Uykusuz kalınan gecelere değer mi?
Bir yandan “değer dostum” diyorsunuz; bir yandan da “keşke değseydi” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Unutmayalım ki bu şekilde yaşamayı sanki biz istedik. Adına “kader” dedik, adına “nasip” dedik, adına “hayat” dedik ama biz istedik yine de bu şekilde olmayı. Kimse alnımıza silah dayamadı, kimse bizi zorlamadı, kimse de bize yalvarmadı!.. İsteyen biz olduysak sıkıntıyı çeken de biz olmalıydık.
Olduk da…
Bizler acı çekerken sadece “vefa” aradık arada… Yaşananlara isyan etmeden “O”ndan “bir ses”, “bir nefes”, “bir haber” bekledik sadece. Yüreğimizdeki umut ateşini söndürmeden dilimizi “lâl” ettik. Susmayı marifet kabul ettik. Birileri anlamasın diye içimizden dertleştik sessiz sessiz…
…ve öfkelendiğimizde de “Değer mi?” sorusunu kendi kendimize sorduk. Sorunun cevabı mı? Cevabını bir bilebilsek! Cevabını biliyoruz ama söylemeye cesaret edemiyoruz. Belki de evet belki de öğreneceğimiz cevabın yüreğimizdeki kırıklıkları daha da arttıracağı endişesini yaşıyoruz.
Hani başlarken adına “hayat” dedik ya… Hayat işte… Bir sorgulamadığımız, sorgulamaya cesaret edemediğimiz hayat… Yüzleşmekten korktuğumuz hayat…
“Değer mi?” demiştik ya başlarken yazımıza; galiba her şeye rağmen “değer” dostum, değer inan!.