Geçtiğimiz haftaki iki yazımda Cumhuriyet ve kimi Cumhuriyetçi öğretmenlerin içerisinde bulunduğu durum ve tutum üzerinden sürdürdüğümüz gündemi, bir başka boyutla ele almak istiyorum bu yazı dizimde. Günümüzün en büyük ve en önemli sorunlarından olduğuna inandığım, kavramlarının içinin boşluğu ve insanlar tarafından farklı algılanışlarına dikkat ederek, zamanın sahibi bir büyük İslam alimi, Said Nursi’nin fikirleri ışığında, Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet’ten ne kastedildiğini isterseniz birlikte değerlendirelim.
Bu değerlendirmeye girişmeden önce de özellikle eğitimci camiadan beni bütün öğretmenlere düşmanmış gibi gösterme gayretinde debelenenleri de geçen yazımda kınamıştım. Bu kez bir uyarıda bulunmak istiyorum. Şahsıma sövgü dolu yorumların sitede yayınlanmasına özellikle izin verdim. Sebebi şu ki, ‘Eğitimciyim’ diyen insanların bile tartışma adabından yoksun, konuyla bağdaşmayan bir şekilde kişilikler üzerinden sözüm ona yorum yapabilme yetilerini ortaya çıkarmaktı. Benimle birlikte herkes gördü ki Sayın Günay Özbek dışında, elle tutulur nitelikli bir açıklama gönderme kabiliyetinden yoksun birçokları, sadece sövmekle yetindiler. Bugünden sonra, sadece yazılarımla ilgili olan olumlu veya olumsuz FİKİR, DÜŞÜNCE, ÖNERİ içerikli yorumlar sitemizde yayınlanacaktır. Diğerlerini şimdiden sahiplerine iade ediyorum. Fikir ortaya koyamadan zikir ortaya koymanın yeri burası değildir. Bilmukabele…
Algılandırılmak istendiğinden öteye İslamiyet, doğuşuyla beraber meşverete (istişare, fikir alışverişi toplantısı) dayalı bir sistemi beraberinde getirmiştir. “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır” denilerek özetlenen bu anlayışla Osmanlı, yüzyıllar boyu sürecek bir imparatorlukta, sadece toprakları değil, gönülleri de fethetmiştir. John Stainback’in “Ay Battı” isimli eserini okuyanlar, savaşla kazanılan topraklarda savaşın nasıl devam ettiğinin detaylarını usta bir yorumcunun kaleminden okuyabilirler. Ayrıca bugün Ortadoğu’ya ya da öncesinde Vietnam’a giren ABD’nin ‘fethederek’ girdiği bu topraklarda barınamayışının temel sebebi, işte İslamiyetle birlikte gelen anlayışın kendilerinde olmayışıdır. Gönülleri fethedemeyenin fethettiği topraklarda yaşama şansı yoktur. Bu da var olduğunuz yerde, meşveret ve şura sistemi ile yönetimi halkın eline bırakmaktan geçer.
Hz. Peygamberimizin (sav) vefatının ardından öncelikle Hz. Ebubekir olmak üzere diğer üç halife, seçimle göreve gelmişlerdir. Hulefa-i Raşidin döneminden sonra seçime dayalı hilafet sistemi saltanata dönüşmüştür. Ogünlerde dünyanın hiçbir yerinde Cumhuri yönetimin olmamasının etkisiyle dönemin İslam uleması, saltanatla İslami yönetim esaslarının bağdaşabileceğine dair fetvalar verdiler. En güçlü ve uzun ömre sahip İslam Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu da saltanatla yönetilmiştir.
1873 yılında dünyaya gelen Bediüzzaman Said-i Nursi, çocukluğunu ve gençliğini, Osmanlı’da istibdat (baskı ve yasak) döneminde yaşamıştır. Batıyı cehaletten kurtarmak için geldiği İstanbul’da Sultan Abdülhamit’in huzuruna çıkarak vazifesini hatırlatmış, açık sözlülükle istibdat aleyhinde konuşmuş, hürriyet lehine söylemlerde bulunmuştur. Söylenmesi gereken doğruları pervasızca söylemesi, söylenenlerin doğruluğuna bakılmaksızın “delilik” olarak algılanarak bir müddet akıl hastanesine gönderilmiştir. Üstat Topbaşı’ndaki bu zorunlu misafirliğini, Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserinde " Vakta ki hürriyet divanelikle yad olunurdu; zayıf istibdat tımarhaneyi bana mektep eyledi" cümlesiyle hatırlatmıştır.
İslamcı politikalarına rağmen Sultan II. Abdülhamit’i ve onun müstebit yönetimini (hükmü altında bulunanlara davranış özgürlüğü ve söz hakkı bulunmayan) daima eleştirmiş, meşrutiyetin ilanının ardından bununla birlikte yaşananların başıboşluk, anarşi ve nefse esaret anlamına gelmediğini anlatacak nutukları kaleme almıştır. Ayrıca Bediüzzaman meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde bu yönetim biçimlerinde mutlaka demokratik özellikler bulunması gerektiği konusunda ısrar etmiştir.
Cumhuriyet’ten önce henüz yeni yeni oluşma düzeyinde demokrasi ile tanışan Osmanlı’da Bediüzzaman, açıkça Cumhuriyet’ten söz etmişti. Osmanlı’daki Cumhuriyet anlayışı ise, İngiltere’deki gibi meşruti monarşi idi. Said Nursi, bu dönemde sadece Cumhuriyet’ten söz etmekle kalmamış, bunu Doğu Anadolu’nun göçebe aşiretlerine anlatarak benimsetme gayretine girişmiştir. Bu sayede toplumun güdülmekten kurtularak insanlık mertebesine ulaşacağını anlatmıştır.
Devam edecek…