“17 Nisan”, Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü. Bu bağlamda aşağıdaki yazımda çok fazla bir şey anlatmayacağım. Ancak beş yıl önce 16 Nisan 2005 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin “Olaylar ve Görüşler” sayfasında yayınlanan “Köy Enstitüleri Gerçeğiyle Yüzleşmek” başlıklı uzun yazımdan alıntılar sunarak, o günkü gibi bugün de yazdıklarımın arkasında olduğumu belirtmekle yetineceğim.
 Peki, o tarihten bu yana konuyla ilgili hiç gelişme olmadı mı? Oldu elbette... Örneğin gazetemizin editörü Ömer Akşahan sayesinde Köy Enstitülü ilk kadın yazarı tanıdım. Seksen yaşında, dinamik, cıvıl cıvıl, eğitim gönüllüsü, gerçek Köy Enstitülerinde doğup yeşermiş ve o kültürden aldığı güç ve esinle, ulaşabildiği yerlere dek ışığını şavkıtan bir eğitimciyi; Sayın Huriye Saraç’ı… Kendisinin geç de olsa kaleme aldığı “Öğretmen Benisa” isimli üç ciltlik bir başyapıtını göz ardı etmek olası mı? Öte yandan büyük bir zevkle kaleme alıp yazımını sürdürdüğüm ve önümüzdeki yıllarda bir yayınevi aracılığıyla çıkarmayı düşündüğüm “Kayaç Dibindeki Çiçek Kemal Öğretmen” isimli roman çalışmamda, yine Köy Enstitüsü kökenli (Ortaklar) idealist bir öğretmenin yaşamını ve Güneydoğu’daki 1950-1960’lı yılları her yönüyle anlatıyorum.
Şimdi gelelim 16 Nisan 2005 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan o günkü yazıma… Bakalım nelere değinmişim, birlikte görelim
“Köy Enstitüsü” kavramıyla ilgili yazıları, kitapları ve değişik kaynakları karıştırdıkça  içimde her zaman, anlatısı sözcüklere sığmayacak çok değişik duygular uyanmıştır. Kimi zaman “Keşke o dönemleri yaşamış olsaydım,” diye düşünürüm. Bu durum belki de hem köy çocuğu olmamdan hem de sınıf öğretmeni olarak çeşitli köylerde çalışmış olmamdan kaynaklanıyor. Üstelik benimle  bu konuda hemfikir birçok meslektaşımın olduğunu da biliyorum. Hasanoğlan’ı, Akçadağ’ı, Çifteler’i, Kızılçullu’yu, Ortaklar’ı ve daha nicelerini hiç tanımamışken özlüyorum. Bu özlemim; Server Tanilli’nin “Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?”, Can Dündar’ın “Köy Enstitüleri”, Muallâ Eyüboğlu’nun “Hitit Güneşi”, Mehmet Başaran’ın “Köy Enstitüleri Özgürleşme Eylemi”, Talip Apaydın’ın “Bozkırın Çiçekleri”, Dursun Akçam’ın “Kaf Dağının Ardı”, Fethi Ülkü’nün “Öğretmen Hatice Sökmen” ve benzeri pek çok eseri okudukça, Can  Dündar’ın kitabıyla aynı adı taşıyan CD’yi izledikçe içimde daha da büyüyor. 
Burada görev yapan özverili ve çalışkan eğitmenler, öğrencilerine çok şeyler kazandırdılar. Her öğrenci kendi yetenekleri doğrultusunda yetiştirilirken, öteki konular hakkında pek çok bilgi ve beceriyle donatıldılar. Öğleye kadar gördükleri günde sekiz saatlik kültür derslerinden sonra geriye kalan zamanlarını da uygulama ağırlıklı iş dersleri alıyordu. Zaten bu okulların temeli de; “İş İçinde Eğitim” ilkesine dayanmaktaydı. Tarım bilgisi, inşaat, marangozluk, demircilik, biçki-dikiş, hayvan sağlığı, arıcılık, meyvecilik gibi derslerdi bunlar. Her öğrenci bir eğitim döneminde en az yirmi beş klasik eser okumak zorundaydı. Köy Enstitülerinin asıl amacı, cahil Anadolu insanını her yönüyle eğiterek; çalışkan, üretken, özverili, bilinçli ve topluma yararlı örnek insan tipini yaratmaktı. İhtiyaçlarını kendileri karşılayan, ürettiğinin fazlasını satarak okuluna katkıda bulunan, sevgi, saygı, arkadaşlık ve örnek dayanışmanın en üst seviyelere çıktığı, cumhuriyet tarihimizin eğitim sistemine altın harflerle damgasını vuran, kısa ömürlü birer bozkır yuvasıydılar her biri Savaştepe’siyle, Cılavuz’uyla, Gönen’iyle, Arifiye’yle, Gölköy’üyle ve Aksu’suyla…
Cumhuriyetin aydınlanma hedefleri, ülke gerçekleri ve çağdaş eğitim-bilimin verileri arasında yapılmış başarılı bir sentezin ürünü olan Köy Enstitüleri; köy insanının, bilimin ışığında, bilinçli bir liderlikle kendi yazgısını değiştirmeye yönelik bir eylem olarak ebediyen hatırlanacaktır. Bu hareket; kendi ülkemizin beyin gücüyle yaratıcılığını birleştirerek, toplumun en yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz eğitim-öğretim görebileceklerini ve demokrasinin sözle değil özle yaşanabileceğini kanıtlamıştır.
Köy Enstitüleriyle ilgili olarak, Köy Enstitülü eğitimci-yazar Osman Şahin’in kitaplarından birinde DP Van eski milletvekili Kinyas Kartal, bu acı bir gerçeğin itirafını şu ifadelerle yapmıştır: “Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildir. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri, bizim, devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok, bana bağlıdırlar. Ben ne dersem, onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık”  
Köy Enstitüleri’nin mimarı, Ortaklar ve Pulur Köy Enstitüleri’nin kurucusu olan ve birçok Köy Enstitüsü’nde çalışmış  Mualla Eyüboğlu  “Hitit Güneşi” adlı kitapta o dönemi  şu anlamlı sözleriyle dile getiriyor:  “Köy Enstitüleri yüzünden adımızı komüniste çıkardılar/Mevlevi şeyhleriyle dostluğumuzdan dolayı gericiye/Her boyaya boyandık  anlayacağın/Hepsine de gülüp geçtik/Sabahattin Ağabeyimin dediği gibi, bizden memleketi sevmek…/Gerisi boş…”
Bugün Köy Enstitülerinden geriye ne kaldı ki… Eskimeye yüz tutmuş, içi başka dışı başka okulların kuru taş duvarlarıyla, bahçelerinde bahar yeli estikçe, ta o günlerden kalma, coşkulu olduğu kadar bir o kadar da hüzünlü melodilerini mırıldanan yaşlanmış ağaçlarından başka… Bir de yıllar önce çeşitli karalamalarla Köy Enstitülerini kapatarak, eğitim sistemimizi baltalayan, günümüz eğitiminin önünü kapatan, cumhuriyetle birlikte başlayan böylesine önemli büyük bir aydınlanma girişimini yok ederek, ülke geleceğini karanlığa sürükleyen, her zaman kin ve nefretle anılacak dönemin kötü zihniyetinden başka…                                               Her şeye karşın 17 Nisan Aydınlanma Bayramı’nı kutlarken onlara da iki çift sözüm olacak: Sizinki gibi bir zihniyete lanet olsun!