Ben bıktım cahile laf anlatmaktan, onlar bıkmadı öğrenmeme inadından. Arkadaşlar yazılarıma yorum yaparken azıcık kitap karıştırın. Öyle yorumlar yapıyorsunuz ki bu konuda hiçbir şey bilmediğiniz gibi kulaktan dolma duyduğunuz gerçek olmayan şeylere hemen inanıp ahkâm kesmeye başlıyorsunuz. Yazdıklarımı okurken anlatılmak istenileni değil, liderinizin ve yandaş tarihçilerin iftira dolu yalanlarına inandığınızdan yanlış bildiğinizden şaşmıyorsunuz.

Evet, sayın yorumcum. Sözümün ardındayım. Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez. Ama sen geçmişini bilmiyorsun. Hala yükselme dönemindeki Osmanlıyı biliyorsun. Bir kere Osmanlı 600 yıl dünyaya hükmetmedi. Sen dünyayı İran’dan Viyana’ya kadar mı sanıyorsun? Keşke üç kıtada devlet kurdu, deseydin, doğru olurdu. İskender Hindistan’a kadar gitti, o bile dünyaya hükmetmedi. Bir de beni Osmanlıyı kötülemekle suçlamışsın. Ben Osmanlıyı kötülemedim. Önceki yazılarımı okumadığın veya üstünkörü geçiştirdiğin belli. Osmanlı bizim tarihimizin bir parçası. Önce de yazdım. Zaferlerini bir tarih öğretmeni olarak gururla anlattım. Osmanlı ile ilgili eleştirim son yılları. Anadolu işgal edildiğinde Osmanlı padişahı neredeydi? M. Kemal vatanı kurtarmak için çabalarken övdüğün Osmanlı neden ona idam fermanı çıkarttı? Yine ben Osmanlı değilim. Osmanlı hanedan sülalesidir. Bunu ayrıca geniş şekilde yazıp kanıtlayacağım. Dersim konusuna gelince. Orada ayaklanma neden çıktı? Önceki yazımı veya bu konuda yazılan doğru kitapları oku, öğren. Tarihi yarım okumak geçmişi bilmek değildir. Geçmişini bileceksen bunları da bil.

Neymiş, Atatürk seçimlere hep tek girmiş, karşısına kimse çıkmamış, bu nasıl demokrasiymiş? Siz mi demokrasiden bahsediyorsunuz? Hangi demokrasiden? Basın özgürlüğünden mi? Eşitlikten mi? Halkın yararına hizmet etmekten mi? Önce şunu öğrenin. Atatürk çok partili hayata 2 kez geçmek istedi. Arkadaşlarını bizzat parti kurmak için teşvik etti. Kurulan partiler kısa sürede cumhuriyeti yıkma yoluna gidince kapatıldılar. Bunlardan haberiniz var mı? İnönü istemese ülke çok partili döneme geçer miydi? Demokrasinin nasıl uygulandığını gerçek tarihçilerden okuyun. Devlet adamı nasıl olunur, görürsünüz. Ama okumazsınız. Hafızanız bir yere kilitlenmiş, anahtarını bulmak mümkün değil.

Size bırakın Atatürk dönemini, İnönü dönemindeki bir demokrasi uygulamasından bahsedeyim. İkinci Dünya Savaşı yılları. İnönü Cumhurbaşkanı. Çifteler Köy Enstitüsünü ziyarete gidiyor. Menü, sabah un çorbası veya bulgur çorbası, öğlen az etli fasulye, akşam bulgur pilavı. Ekmek gramla tartılıp veriliyor. Öğrencilerin bunları yedikleri bir gün, enstitüye gelen İnönü’ye özel yemek çıkarılınca okul karışıyor. Cumhurbaşkanı için özel yemek çıkması, tam bir adalet ve eşitlik duygusuyla yetiştirilen enstitülülerin itirazına yol açıyor. Tüm enstitülerde cumartesi günü eleştirilere ayrılıyor. İnönü’nün gelişinin ertesi günü yapılan toplantıda eleştirilerin hedefi, cumhurbaşkanı için özel yemek hazırlatan enstitü müdürü. “Bu ayrıcalık niye” diye müdürden hesap soruluyor. Müdür: “Ayrıcalık, cumhurbaşkanı veya İnönü olduğu için değil. Şeker hastası o, perhizli. Sizlerden de hasta olanlara ayrı yemek çıkarmıyor muyuz? Revirde yatan arkadaşlarınıza, zafiyet geçirenlere birer gün pirzola çıkmıyor mu?” diyor. Bugün hangi babayiğit öğrenci cumhurbaşkanı için böyle bir itirazda bulunur? Haddine mi?

Bu bilgisizliğiniz sizin suçunuz aslında. Okumuyorsunuz. İkide bir eleştirdiğiniz M. Kemal’in 3997 kitap okuduğunu biliyor musunuz? Aslında millet olarak okumuyoruz. Bakın buna bir örnek. İki gün önce 75. Yılında Köy Enstitüleri panelinde M. Balbay anlattı. Silivri’de tutuklu iken mahkemeye Almanya’dan bir heyet gelmiş. Balbay savunması sırasında onlara hitaben sistemi eleştiren “Welcome Brecht theatre (Breh Tiyatrosuna hoş geldiniz) demiş. O gün akşam hakkında suç duyurusu yapılmış. Savcı suçunu açıklamış: Balbay mahkeme heyetine “breh breh” demiş. Mahkemeye hakaret sayılmış.  Balbay savcıya “Bertolt Brecht'i kastederek Breh” dedim, başka bir kastım yok.” deyince savcı “Eğer Brecht diye birinin yaşadığını kanıtlarsan kovuşturmaya yer olmadığına kanaat veririm.” demiş. Balbay, koğuştan Brecht’in kitaplarını getirip gösterince takipsizlik kararı verilmiş. Bunu diyen hukuk fakültesi mezunu bir savcı.

Bu ülkenin aydınlanmasını, kitap okunmasını, cahillikten kurtulmasını asla istemezler. Ezan ve duaların Türkçe okunmasına karşı çıkarlar. Arapça okunsun, anlamı bilinmesin, milleti ancak böyle uyuturuz, derler. Köy Enstitüleri Atatürk’ün aydınlanmayı köylere dek götürmeyi hedeflediği bir proje idi. 1940’da İnönü döneminde kuruldu. Öğrenciler bir yılda 25 klasik eser okumak zorunda idi. Açılan 21 Köy Enstitüsünden mezun olanlar köylere öğretmen olarak atandılar. Onlar yalnız öğretmen değildi. Aynı zamanda doktor, hemşire, ziraat mühendisi, sanatçı, marangozdu. Ancak bu aydınlanma toprak ağalarının hoşuna gitmedi. CHP’den ayrılıp DP’yi kuranların içinde toprak ağası, şeyhler, dedeler vardı. Çünkü bu okuldan yetişen gençler ağalığa, aşiret düzenine başkaldıracak, şeyhlerin eteğini öpmeyecek, ağalık düzenini, köylünün fakirliğini sorgulayacaklardı. Bu durum çıkarcıların hoşuna gider mi? Bunlar elbette Köy Enstitülerine karşı olacaklardı. Bu nedenle bu okulları “komünist yetiştirme yuvası haline geldi” diye suçladılar. 1954 yılında DP döneminde bu aydınlanma yuvaları kapatıldı. Bugün bu haldeyiz.

Saygılarımla hoşça kalın.